12 Eylül 2014 Cuma

Luca'nın Gidişi




   Ferrari için gelmiş geçmiş en önemli isim elbette Enzo Ferrari'dir ancak yanına ikinci bir isim yazmamız gerekirse o da kesinlikle Luca di Montezemolo olur. Son dönemde Ferrari'nin kötü durumu nedeniyle pek çok kez eleştirilmiş olsa ve hatta Ferrari'den ayrılan bir çok önemli isim başarısızlığın sebebi olarak onun ismini vermiş olsa da, Ferrari kariyerine baktığımızda çok özel şeylerle karşılaşıyoruz.

   Luca'nın Ferrari için yaptıklarına bakmakta fayda var, çünkü genç arkadaşlarımızın bir çoğu onun diğer yönlerini pek bilmezler. Henüz genç denilebilecek yaşlarda Enzo tarafından farkedildi, elbette genç dediğimde bir pilot için genç yaşlar ile yöneticilik için genç yaşlar arasında dağlar kadar fark olduğunu unutmayalım, Enzo'nun asistanı olduğunda henüz 26 yaşındaydı. Enzo onu genç yaşına rağmen F1 takımının başına geçirdi ve orada Lauda ile 2 şampiyonluk yaşadı. İşler yolunda gidiyordu ve artık başka bir göreve geçecek ve Ferrari'den ayrılacaktı, 1976 yılında, 29 yaşındayken FIAT'ın motorsporları departmanının başına geçti. Ferrari'deki görevinden ayrılması Enzo Ferrari'den ayrılması anlamına gelmiyordu, Enzo onu hep çok sevdi ve yanından ayırmadı, sürekli irtabattaydılar. FIAT ile başarılarına sürdürdü ve Enzo ile ilişkisini devam ettirdi. Enzo'nun vefatından sonra Ferrari'nin sorunları vardı ve FIAT bunu çözecek kişinin Luca olduğuna karar verdi ve Ferrari'deki başkanlık koltuğuna Luca oturdu. Yıllardan 1991'di, Luca artık 44 yaşındaydı ve gençliğinden itibaren Enzo'nun himayesinde çok şey öğrenmiş bir yöneticiydi.



   Enzo aslında sağ kolu olacak ve işleri kendisinden sonra ele alacak kişi olarak oğlu Dino'yu görmeyi istemişti, Dino aynı zamanda iyi bir mühendisti ancak hastalığı yüzünden onu çok erken yaşta kaybettiğinde işleri ele alacak Pierro vardı, ancak onun bu konudaki yeterliliği elbette tartışılır. Ferrari'de hala görev yapmakta olduğunu biliyoruz ancak Enzo onu pazarlama bölümüne getirirken bile umutsuzdu. Luca ile karşılaşması onun için büyük bir fırsat oldu. Bu işi en iyi şekilde yönetebilecek ve Enzo'nun çizdiği anlayışı devam ettirebilecek yapıda biriydi. Ona her zaman "Avukat" demesine rağmen bazı anılardan anladığım kadarıyla en başından beri onu da oğlu gibi gördü ve yetiştirdi. Gilles Enzo için ne ifade ediyorsa benzerini Luca için de hissetti. Karakter olarak da çok benzer olduklarını zaten hemen göze çarpıyordu, ikisi de karşısında otururken titreyeceğiniz türden insanlar, zaman zaman acımasız olabilecek kadar sert yönetim disiplinine sahipler ve dik kafalı denilecek kadar inatçılar. Diktatör diyenlerin, neden dediğini anlamak zor değil. Enzo ölümden önce gelecekte Ferrari'nin başına onun geçeceğini içten içe eminim ki biliyordur.

   İşi en iyisinden öğrenmiş bir yönetici olarak koltuğa geçtiğinde Luca'nın ilk hedefi takımlar şampiyonluğunu kazanmaktı. Tabi bunun için bir süre daha beklemesi gerekti, en başında sorunların aşılması için takımda büyük değişikliklere gidildi, ancak sonuç almak kolay değildi. Bu işte çok başarılı bir organizasyon dahisini işe alması gerekti; Jean Todt. Sonrası malum, Schumi'nin ve Brawn, Byrne gibi isimlerin katılmasıyla rüya takım haline geldiler. Takvim 1999 yılını gösterirken Ferrari yıllar sonra gelen ilk takımlar şampiyonluğunu kutluyordu. O yıl İngiltere'de Schumi o kazayı yapmasa, eminim ki o yıl pilotlar şampiyonluğunu da rahatlıkla alabilirdi. Luca takıma gelir gelmez doğru adımlar atmaya başlamıştı ve 8 yıl sonra şampiyonluklar gelmeye başladı. 2005 yılına kadar çok ciddi bir Ferrari dominasyonu gördükten sonra Formula 1'de kural değişikleri dönemi dediğim dönem başladı.



   Ferrari dominasyonu seyircinin ilgisini düşürdü sebebiyle F1'de kapsamlı kural değişikleri dönemi başladı ve bu dönemin başlamasının ardından 2006 yılında çok yaklaşmasına rağmen Ferrari şampiyonluk kazanamadı. Takımda çözülme başladı ve takımın önemli adamları takımdan ayrıldılar. Ferrari önceki yılların ivmesiyle son şampiyonluğunu 2007 yılında Kimi Raikkonen ile kazandığında büyük bir skandal patlak vermişti. Ferrari'ye ait belgelerin McLaren'in elinde olduğu anlaşılmıştı ve Ferrari için en acı yönü bu belgeleri sızdıran kişi Nigel Stepney'di. Nigel Ferrari'nin rüya kadrosunun bir parçasıydı. Şimdiye kadar hiç bir teknisyenin bu denli tanındığı ve önemli işler çıkardığı görülmemişti ve onun ekibi 2000'lerin başındaki dominasyonda önemli pay sahibiydi. Otomobili yarışa hazırlama ve pit stoplar konusunda gerçek bir dahiydi. Ferrari'nin en önemli temel taşlarından biri tarafından vurulması yönetimin radikal bir müdahale yapmasına sebep oldu ve takım italyan kökenli çalışanları ön plana çıkarmaya başladı. Karar çok radikaldi ve bazı yönlerden gerekli gibi görülse de, başarısızlığı getirdi. İtalyan kökenli mekanik uzmanları dünyaca iyi tanınırlar ancak tasarım anlamında ve aero konusunda iyi uzmanların eksikliği Ferrari'nin başarısız sezonlarına sebep oldu.

   Takımın başına Stefano Dominicali getirildi ancak kendisinin bu konuda ciddi bir birikimi yoktu, kendisi aslında pazarlama departmanının başındaki isimdi ve idarecilik konusundaki yetenekleri takım için yeterli değildi. Ekonomiden ve paradan anlayan bir adamın takımın yönetimine getirildiğinde ne yapması gerektiğini bilmesini beklemek saçmalıktı. Teknik patron ise Aldo Costa oldu, İtalyanların mekanik konusunda en iyi mühendislerinden biri ve bir dahi. Bu iki dahi isim göreve İtalyan oldukları için getirildi ancak ikisi de yanlış pozisyondaydılar. Stefano, önceki yıllarda tütün ürünleri reklamları yasaklanmasına rağmen Philip Morris'i ikna etmiş ve araç üzerinde marka logosu olmasına rağmen sponsorluk anlaşması yapmıştı ve takımın en büyük sponsor gelirini veren Marlboro'ydu. Nasıl ikna ettiği mi? İşte o Stefano'nun yeteneğiydi. Costa ise altın yıllarında Ferrari araçlarının mekanik aksamlarını tasarlamış bir dahiydi, maksimum performansı çıkarırken dayanıklılıktan taviz verebiliyordu ve aracı çok iyi anlayıp ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordu. Ancak onun da Stefano gibi yeni görevi kendisine uygun değildi, yeni şasinin tasarımı konusunda ve aero konusunda bilgi birikimi eksikti ve bu konudaki departmanları denetleyemediği için işler biraz kontrolden çıktı. Bu da başarısızlığa giden yolu araladı.



   Luca başarısızlığın acısını çıkarmak için Aldo Costa'yı göndererek aslında çok büyük bir hata yapıyordu. İyi bir yönetici olmasına rağmen içindeki acımasız disiplini ve inadının sonucuydu. İtalyan kökenli kadro anlayışının götürdüğü yolu gördü ve geri adım attı. Costa'nın yerine bir İtalyan oturmadı, Fry göreve getirildi, bu konuda deneyimi çok daha iyiydi, ancak hala yeterli değildi. Daha sonra Ferrari'nin eski çalışanı Allison'un gelmesiyle takım biraz daha derli toplu hale geldi. Ancak başarısız sezonların devam etmesiyle bu yıl da Stefano Dominicali'ye yol gösterildi ve Aldo Costa kararında yapılan hata tekrarlandı. Onun da görevini şu an başka bir Ferrari kökenli pazarlamacı üstlendi, Marco Mattiaci. Yanlış yönetici seçimi yine Luca'ya aitti.

   Luca çok iyi bir yönetici olmasına rağmen Jean Todt yönetiminin ardından Scuderia Ferrari için bir çok yanlış karara imza attı ve gitmesindeki temel etken elbette ki bu oldu.

   Ancak bildiğiniz üzere Ferrari başkanı olmak demek sadece Scuderia Ferrari'yi yani sportif takımı yönetmek anlamına gelmiyor, çünkü Ferrari aynı zamanda yol otomobilleri de üreten bir firma ve başkan aynı zamanda orada da önemli görevler yöneten bir konumda. Olaya bir de o yönden bakmazsak her şey eksik kalacaktır. Bu yüzden şimdi birazda oradaki yaptığı işlere bakalım.



   Luca göreve geldiğinde Ferrari gerçekten önemli bir spor otomobil üreticisiydi ve bu başarıyı koruması çok önemliydi. Luca bu konuda çok ciddi bir inceleme yaptı ve otomobillerinin yapısını ve pazardaki kitleyi çok iyi tahlil etti. Aldığı kararlar çok önemli sonuçlar getirecekti. Ferrari araçları 90'lardan önce safkan performans otomobilleriydi ve o dönem için aranan özellikler aslında otomobilin potansiyeliydi. Ferrari kullanıcılarının bu potansiyeli ne kadar kullanabildiği ise başka bir soru işaretiydi. Zaman artık değişmeye başlamıştı ve Luca ne yapması gerektiği çok iyi gördü; artık çok üstün performansı aynı zamanda daha kolay ulaşılabilir ve daha kullanıcı dostu olarak sunmak gerekiyordu ve artık bu araçları alanlar araçla beraber konfor da alabilmeliydi. 80'lerin vahşi Ferrari'leri yerini yavaş yavaş daha kolay kontrol edilebilir, daha fazla sürücü dostu ve sürücüyle daha fazla iletişime geçen araçlara bıraktı. Yeni dönemde artık araçların maksimum sürati yada kaç sn'de 100 km/h hıza çıktığı değil, sürücüye ne kadar keyif verdiği, sürücünün performansı nasıl idare edebildiği önemliydi. Çünkü bu araçları alabilecek maddi güce sahip insanlar F1 pilotlarının sürüş yeteneklerine sahip kişiler değillerdi ve kullandıkları araçları performanslı kullanmak istiyorlardı. Luca bunu sağlayan ve modern Ferrari'lerin doğmasını sağlayan adam oldu. Şirket otomobil üretimini de arttırdı ve karlılık ciddi anlamda gelişti. Son 5 yıl içerisinde farklı bir adım daha attı, Ferrari'nin en eski teknik ortaklarından biri olan Pininfarina tasarım stüdyosuyla olan ilişkilerini azaltma yoluna gittiler ve kendi tasarım stüdyolarını kurdular. Son üretilen Ferrari olan LaFerrari'nin tasarımı tamamen Ferrari'nin kendi tasarım stüdyosunun bir ürünü, Pininfarina sadece danışmanlık görevi yaptı ve hiç bir somut çalışmada bulunmadı. Bundan bir önceki modelde de zaten iki stüdyo ortak çalışmışlardı. Ferrari'nin stüdyosu neredeyse tek başına çalışmaya hazır hale geldi ve bir üretici için tasarımlarını kendilerinin yapması elbette çok büyük bir adımdı. Luca şirketin yol otomobilleri kısmında her zaman ileriyi doğru olarak gördü ve çok büyük adımlar atarak markayı tahmin edilenin çok üzerine çıkardı. Enzo'nun bir zamanlar bahsettiği hayaliydi aslında bu, şirket FIAT'a ortak olurken firma olarak küçük olmalarından yakınmış ve büyümelerinin ne kadar hayati olduğunu anlatmıştı bir röportajında. Luca o hayali gerçekleştiren adam oldu. Şirket artık dünyanın en prestijli markasına sahip kar marjları inanılmaz bir noktaya ulaştı. Bunu devam ettirmek hiç kolay olmayacak, çünkü Luca çıtayı o kadar yükseğe koydu ki, tekrarlanması bir mucize gibi.

   Yol otomobilleri departmanındaki etkilerin F1 izleyicisi tarafından bazen gözardı edildiğini görüyorum, ancak bir şirketin yöneticisi olmak şirketin tek bir başarısına bağlı değildir. Yerine oturacak kişinin sadece F1'i değil aynı zamanda otomobilleri ve pazarı bilmesi gerektiğini hiç unutmamak lazım. Ancak Marchionne gibi F1'in de içinde olmayan birinin ne kadar başarılı olacağını da söylemek zor.



   Luca, Enzo tarafından bu iş için özel eğitildi desek yeridir, hem Scuderia'da hem de otomobil piyasasında işlerin nasıl yürüdüğünü öğrendi; Lauda ile şampiyonluklar yaşadı, FIAT'ta otomobilleri öğrendi. Hep bir öğretmenin yanında oldu ve ne yapılması gerektiğini öğrendi, onun öğretmeni en iyisiydi. Luca bu iş için biçilmiş kaftandı ancak Luca kariyeri boyunca bu işi devredebileceği birini eğitmedi. Bence görevi boyunca en büyük hatası da bu oldu. Şimdi gemiyi devralacak doğru adam yok. Bana sorarsanız o koltuk için tek bir uygun kişi var; Stefano Dominicali. İş dünyasının tanıyan ve otomobil pazarını tanıyan bir adam, çünkü oradan yetişti, tıpkı Mattiaci gibi. Sonrasında takımda görev aldı ve artık ilk zamanları gibi değil, bu işi yürütebilecek kadar da sporu tanıdı. Eski görevinde başarısızlığını buna karıştırmamak lazım, çünkü çok farklı görevlerden bahsediyoruz. Şirket yönetmek ile sportif takım yönetmek aynı olsaydı, bizim futbol ligimizde çok iyi takım patronları olurdu, öyle değil mi ;))


20 Mart 2014 Perşembe

Avustralya Sonrası...



   2014 Formula 1 sezonunun ilk yarışı Avustralya Gran Prix'i geride kaldı ve kısa bir değerlendirme yapmak yerinde olacak. Yarışın değerlendirmesi mi, takımların değerlendirmesi mi, pilotların değerlendirmesi; açıkçası bence ortaya karışık olacak. Zaten karmaşayla dolu olacak gibi görünen bu sezonda önceki yıllar gibi net değerlendirmeler de yapmak pek gerçekçi sonuçlar sağlamaz.

   Yarıştaki sürprizlerden bahsederek başlayalım o zaman; en büyük sürpriz sanırım Renault'dan geldi. Renault motorları beklendiği kadar kötü değildi. McLaren son Bahreyn testinde bazı sorunlar yaşamıştı ancak onlar da sorunlarını aşmış gözüküyorlar. RBR ve Toro Rosso Renault motorlu takımlar arasında en büyük sürprizi yaparken, Caterham ortalama bir performans gösterdi. Lotus için işler yolunda değildi. Ferrari için sürpriz olan kısım sıralama performansı değil, yarış performansı oldu. Sıralamalarda zaten çok başarılı olamayacağı düşünülen takımın yakıt tasarrufu sağlayan bir sistem geliştirdiğine dair dedikodular vardı ve yarışta daha başarılı olacağı bekleniyordu ancak Ferrari yarışta da geride kaldı. Williams'tan çok şey bekliyordum ama şanssızlık onların yakasını bırakmadı.

   Dayanıklılığın daha kritik olması bekleniyordu ancak ilk yarış görüldü ki dayanıklılık sorunları beklenildiği kadar çok değildi ve yarışa heyecan katmadı. İki şampiyon pilot dayanıklılık yüzünden yarışdışı kalmış olsalar da yarışın henüz başında sorun yaşamaları sebebiyle yarışa önemli bir heyecan katmadı. Ön sıralar için yarışan pilotların yarışın ortasından sonra dayanıklılık yüzünden kenara çektiği o dramatik anları yaşamadık. Vettel'in aracında elektronik sorunlar varken, Hamilton'ın ise motorunda ateşleme problemi nedeniyle bir silindir devre dışı kalmıştı. Yarışdışı kalan 7 araç vardı, bunlardan ikisi Mercedes motorlu, 5 araç ise Renault motorlu araçlardı. Tabii her araç dayanıklılık sorunuyla kalmadı, mesela Kobayashi ve Massa'nın yaşadığı temas... Yine de dayanıklılık açısından en sorunlu olanı Renault, sonrasında ise Mercedes geliyor. Ferrari motorlu araçlar ise yarışı bitirdiler. Tabii Ferrari motorlu araçların son 4 sırada yer aldığını ve Ferrari takımının da istediği pozisyondan çok uzak olduğunu unutmamak gerek, Ferrari dayanıklı olsa bile belli ki zayıf. Dayanıklılık konusunda en güçlü onlar olsa bile, güç anlamında en geride oldukları açık. Viraj çıkışlarında bunu net olarak gözle görebiliyorduk.



   Şimdi sırasıyla şöyle bir takımların durumlarına bakalım; öncelikle bu yılın favori takımı ve ilk yarışın galibi Mercedes. İlk yarış muhtemel olan dubleyi motor sorunuyla çöpe atmış olsalar bile iyi bir yarış çıkardıkları kesin. Rosberg temiz bir yarış çıkardı, normalde Vettel'in bu tür yarışlarından bıkmışken şimdi aynısını Rosberg yaptı. Benim tatsız tuzsuz dediğim tipteki bir galibiyet. Takım çok iyi bir motora sahip, araç da aero anlamda oldukça verimli gözüküyor, takım kadrosuna da baktığımızda zaten söylenecek söz yok, maddi açıdan oldukça iyi kaynakları var ve pilot kadroları da gridin en iyilerinden biri. Takımın zayıf yanı yok, şu an en iyi durumdaki takım olduklarını söyleyebiliriz. Elbette ilk yarışta Hamilton'ın yaşadığı problemi gözden kaçırmamak lazım, bu sorun başka sorunların habercisi olur mu, bilemem. Dayanıklılık yüzünden kayıplar yaşamaları da hala muhtemel. Bu yüzden şampiyonluk için hala bazı soru işaretleri var.



   Red Bull Racing zaten aero konusunda önceki yıllardan da bildiğimiz gibi oldukça deneyimli ve başarılı bir takım. Tasarım dehası Adrian Newey'nin tasarımda cesur davranması Renault motoru ile biraz sıkıntı yaşamalarına sebep olmuş olsa da sorunları geride bırakmışlar gibi gözüktü. Aracın hızlı olması zaten beklenen bir şeydi ama kritik olan konu ERS ve motorda yatıyordu. Vettel yarışın hemen başında ERS'ye dayalı olduğunu tahmin ettiğim bir elektrik sorunuyla yarışa veda etmiş olsa da Ricciardo da Rosberg gibi temiz bir yarış geçirdi. Aracında sorun yaşamayan Ricciardo podyumda çok mutlu görünüyordu ancak yarış sonrası haberer onun sürekli gülen yüzünü biraz asmasına sebep olmuş olmalı. Tabii buna yazının sonunda daha detaylı bakacağız. Takım Mercedes'e göre daha yavaş bir araca sahip gibi, bunda elbette Renault'nun Mercedes motoruna göre daha güçsüz olmasının da payı var. Maddi olarak sorun yaşamayacaklarını söyleyebiliriz ancak Renault sorunları tam anlamıyla çözmeden şampiyonluk bir hayalden ibaret. Renault'ya ne kadar güveniyorum, pek değil. Pilotlarına bakarsak; Vettel zaten 4 dünya şampiyonluğu almış bir pilot. Belki en iyisi değil ama yeteneği tartışılmaz. Ricciardo'yu F1 öncesindeki kariyerinden beri takip ediyorum, yetenekli bir çocuk ve Vettel'i zorlayabilecek özelliklere sahip. Takımın avantajlı olduğu noktalar olsa da zayıf noktası Renault. Ayrıca takımın içinde de bazı sorunların olduğu sinyalleri var. Geçen yıl Horner-Marko arasında takım içi bir rekabet var gibi gözüküyordu ve ardından sezon arasında RBR iki önemli Aero uzmanını kaybetti. Newey ise McLaren'deki son yılındaki "tekne" muhabbetlerine yeniden başlamış gibi gözüküyor. Takımın bir arada kalabilmesi bu yıl alacakları sonuçlara bağlı olabilir.



   McLaren yine güçlü gözüken takımlardan biriydi. Bahreyn'de yaşadıkları sorunlardan sonra McLaren fanları belki biraz umutsuzluğa düşmüş olsa da yarışta gördük ki onlar da şampiyonluk yarışında olmak isteyecekler. Takımda oldukça büyük değişimler oldu, takım patronu Whitmarsh takımdan ayrıldı ve aslında takımın patronu olarak gelmesi beklenilen Boullier takıma farklı bir pozisyonda katıldı. Takım patronu olmayan takım mı olur, oluyormuş. Aslında takımın başında gayri-resmi bir takım patronu var ve herkes de bunun farkında; Ron Dennis. Uzun süredir takımla bağını biraz narin tutan efsane patron artık takımla doğrudan ilgileniyor ve varlığı tüm takım tarafından hissediliyor. Takımın tek boşluğu da takım patronu değil, Vodafone'un ayrılmasından sonra takım hala bir ana sponsora sahip değil. 2-3 yarış içerisinde açıklanması bekleniyor. Sony'nin McLaren'in yeni isim sponsoru olması çok yüksek bir olasılık. Neyse takım içindeki durumlar böyleyken biz biraz araçtan bahsedelim. Araç tıpkı RBR gibi net olarak Mercedes takımının gerisinde kalmış olsa da fark ciddi boyutta değil, en azından böyle bir sezoz için. Bu gibi yeni kural değişikliklerinin yaşandığı bir sezonda gelişim çok daha hızlı ilerler ve normalde büyük olduğunu düşündüğümüz farklar çok kısa sürelerde kapanabilir. McLaren gerek takım kadrosu, gerek finansal kaynakları açısından küçük bir bilinmezin içinde olsa da, aslında sorunların çözümü şimdiden hazır olduğu için sıkıntı çekmeyeceklerdir ve farkı kapatmaları mümkün. Üstelik RBR gibi motor üreticisiyle sorunları yok, bu da onları yakın zamanda RBR'nin önünde görmemizi sağlayabilir.



   Ferrari ile devam edersek; Ferrari için işler hiç yolunda gitmiyor. Efsane motorlar üreterek markalaşmış olan takımın en büyük sorununun motor olması biraz ironik ama ne yazık ki durum bu. Sürekli aero alanında sorunlar yaşayan takım bu yıl iyi bir şasi ortaya çıkarmış gibi görünüyor ve aero olarak oldukça iyiler ancak aracın performansını gölgeleyen motor konusunu kısa sürede aşmaları gerekiyor. Takımın fren ve motor alanınında elektronik konularda sorunlar yaşadığı söyleniyor. Ferrari'nin motorunda yapısal sorunlar olmadığını söyleyebiliriz ancak o konuda da Ferrari motorunun diğer üreticilere göre daha ağır olduğu söylentisi var. Motorun ağırlığını tolere edebilmek için yazılımsal ve elektronik sorunları hemen aşmaları gerekiyor, yoksa takımın şampiyonluk hayalleri kısa sürede çökebilir. Diğer açılardan bakarsak; iyi bir kadroya, çok iyi finansal kaynaklara sahipler, pilot kadrosu olarak gridin en iyisi onlarda. Ayrıca yenilenen rüzgar tüneli sorunsuz çalışıyor ve şu an griddeki takımların içinde en iyisi denilebilir. Tesislerini de büyütmeye başladığını duymuşsunuzdur.



   Williams sezonun en bomba takımı, her ne kadar ilk yarış şanssızlık yaşamış olsalar da, Mercedes'in ardından gönül rahatlığıyla ikinci sıraya koyabilirim onları bu yarışa baktığımızda. Aracın oldukça başarılı olduğunu söyleyebiliriz, yine Mercedes motoru sayesinde de avantajları var. Pilot kadrosuna bakılınca da Bottas gerçekten özel bir yetenek ve yanında da Massa gibi oldukça yetenekli ve deneyimli bir pilot var. Takımın kadrosu şampiyonluğa oynayan diğer takımlara göre biraz daha zayıf olsa da Pat Symonds takıma oldukça şey katmış, bu gözden kaçmıyor. Takımın bu yıl yeni sponsorlar bulması da onları ekonomik olarak daha rahat bir konuma getirdi, elbette diğer büyük takımlar kadar güçlü değiller ama ellerindeki aracın gelişimi sürdüğü sürece başarılı olacaklarına inanıyorum.

   Force İndia, yine bir Mercedes motorlu takım. Aracın ortalama performansı Mercedes motoruyla birleşince orta sıralarda iddialı bir performans ortaya çıkmış durumda. Bu performansı daha da yukarı taşıyabilecek iki pilota sahipler ki, bence Hulk'un varlığı bile çok şeyi değiştirmeye yetecektir. Takım kadrosu ve finansal açıdan bakıldığında orta sıralar için normal diyebileceğimiz bir durumdalar. Mallya kişisel olarak bazı finansal sıkıntılar yaşasa da, takıma yansıtmadığı görülüyor.



   Toro Rosso geçen yılın kötü performansından sonra toparlanmış durumda. İlk yarışta iki araçla Q3'e kalmaları onlar için önemli bir başarı. Aracın iyi bir performansa sahip olduğu görülüyor ancak onlar da RBR gibi Renault motoru kullandıkları için bazı sıkıntılar yaşamaları muhtemel. Her ne kadar RBR'ye göre motoru soğutma konusunda biraz daha başarılı bir iş çıkarmış olsalar da, dayanıklılık sorunlarının ne zaman kimi bulacağı bilinmez. Takımın pilotlarına baktığımızda, geçen yıldan tanıdığımız Vergne koltuğunda kalırken Ricciardo'nun RBR'ye geçmesiyle yanındaki boşalan koltuğa çaylak Kvyat oturdu. Henüz çok genç olan Kvyat için ilk yarış oldukça iyi geçti ve Vettel'in rekorunu kırarak tarihin en genç puan alan pilotu oldu. Yetenekli bir çocuk olduğu açık, bakalım deneyim kazanma yolunda onu neler bekliyor. Takımın finansal kaynakları konusunda sorunu yok, sonuçta takım Red Bull'un himayesinde, ancak teknik kadrosu ortalamanın altında kalıyor. Şef tasarımcılarının ayrılmasından sonra boşluğu henüz doldurulamadı, bakalım onlar kadro konusunda neler yapacaklar. Orta sırada liderlik mücadelesinde olacakları kesin.

   Sauber geçen yıla göre en çok kaybeden takımlarından biri olmuş gibi gözüküyor, hem aracın yeterince iyi olmaması hem de Ferrari motorunun diğer motorlara göre zayıf kalması sonucu onlar için büyük performans sorunları var. Yarışta Sauber araçlarının sadece Marussia'ların önünde yer alabilmesi de bunu gösteriyor. Takımın teknik kadrosunda da bazı sorunlar var, James Key gittiğinden beri boşluğunu doldurabilen biri gelmedi. Finansal açıdan da orta sınıf takımlar ortalamasının üzerine çıkabilmeleri mümkün gözükmüyor. Bu yıl onlar için zor geçecek gibi gözüküyor.



   Lotus'a gelirsek, onlar için işler Sauber'den de kötü. Takım dağılma noktasına gelmiş olabilir. Aracın performansı için iyi demek çok zor, Renault motoru ise zaten başka bir bilinmez. Takım kadrosunda da büyük kayıplar var, takım patronu Boullier, favori pilotları Kimi ve teknik direktör Allison takımdan ayrıldı. Geçen yıl Kimi ile şampiyonluk şansı bile bulunan ve buradaki yarışı kazanan Lotus, bütün bunlara rağmen finansal sorunlar yaşamış, maaşları ödemekte zorlanmıştı. Kimi'nin maaşının ödenememesi nedeniyle ipler pek çok defa gerildi ve Kimi ameliyatı bahane ederek son yarışlara katılmadı. Bu yıl performans olarak da kötü durumda olduklarını düşünürsek, sonları ne olacak bilmiyorum, takımın satılması gündeme gelirse hiç şaşırmam.

   Caterham geçen yıla göre biraz ilerlemiş gibi görünüyor. En arkadaki yerlerinden kurtulmuş olabilirler. Geçen yıla göre daha iyi bir araca sahipler, Renault motorlu araçlar arasında da motorla en kısa sürede uyum sağlayan takımdı. Yine de bu sorun yaşamayacakları anlamına gelmez, ilk yarışta da bunu gördük. Takımın finansal olarak Renault ile bağları onları biraz rahatmasına karşın yine de gerideki takımlar için büyük bir kaynaktan söz edemiyoruz. Teknik kadro için de bu geçerli.

   Son olarak Marussia'nın durumuna baktığımızda; düzenli olarak Q2'ye kalma hedefleri vardı ancak pek de hedeflerine ulaşmış gibi durmuyorlar. Her ne kadar sıralamada çok da kötü gözükmeseler de yarışta büyük bir gelişme yoktu ve son iki sırada yer aldılar. Caterham'a göre avantajlı gözüküyorlar ama takımın orta sınıf hayalini biraz daha ertelemesi gerekiyor.  Elbette Ferrari motoruna da bağlı başarı, Ferrari motor konusunda gelişim kaydederse ellerindeki aracın potansiyelini daha rahat kullanabilirler.



   Takımların şu an için durumları böyle gözüküyor, ancak sonraki yarış neler olur bilinmez. Atıyorum, Ferrari şu an en dezavantajlı motor ancak yazılım değişiklikleri, elektronik güncellemeler derken bir de bakarsınız sonraki yarış en güçlü motor olmuş, bunu bilmek imkansız. O yüzden belirsizliğin hala sürdüğünü kabullenmek gerekiyor ve yorumları anlık gelişmelere dayandırarak çok gerçekçi olmadığını kabullenmek gerekiyor.

   Peki pilotlar nasıl bir tablo çizdi, biraz da oradan bakalım; İlk yarışa aslında yeni çocuklar damga vurdu diyebiliriz. Ricciardo RBR ile ilk yarışında güzel bir iş çıkardı, Magnussen ve Kvyat yine F1'deki ilk yarışında önemli başarılar elde ettiler. Kevin ilk yarışında podyum görürken, Kvyat ilk yarışında puan aldı. Yarışın yıldızı ise, bana göre Bottas oldu. Genç pilot ilk defa mücadeleye katılabileceği bir araca sahipti ve çok iyi bir yükseliş gerçekleştirdi. Talihsiz bir temas yaşadı ve geriye düştü ancak yine üst sıralara kadar tırmanarak çok önemli puanları cebine koydu. Bazıları şunu diyebilir; e ama temas yaşamasaydı, böyle bir hatayı yapan pilot neden yarışın yıldızı seçilir, o kadar hatasız pilotlar varken? Ön sıralarda hem Rosberg, hem Magnussen, hem Ricciardo sorunsuz bir yarış çıkardılar, hiç baskı altına girmediler. Bottas arkadan tırmandı, sürekli mücadele etti, bir çok geçiş yapmak zorunda kaldı. Yaptığı hatayı bir düşünün, başka bir virajda olsa lastik belki birazcık pist dışına çıkardı ama toparlardı, Bottas hatayı yanlış yerde yaptı, aslında hata çok büyük bir hata değildi ama affı olmayan bir yerdeydi. Buna rağmen moralini bozmadı, savaşmaya devam etti. Bence en önemli nokta da burası zaten, o hatadan sonra tekrar arkadan gelip sıradan bu kadar pilotu geçmek çok özel bir azim ve irade gerektirir, yarışın başından beri zaten geçişlerle uğraşan bir pilotun yaşadığı fiziksel ve zihinsel yorgunluktan sonra tekrar geriye düşmesi ve yine toparlanıp tırmanması hiç de kolay bir şey değil. İşte bu yüzden yarışın yıldızı Valtteri Bottas.



   Artık son konuya da geçelim ve şimdilik veda edelim. Evet; Ricciardo'nun yakıt akış sensörü. Konu aslında oldukça tartışmalı, bazılarına göre RBR bunu bilerek denedi, ceza gelmezse her yarış uygulayacaklardı diyenler oldu. Ardında ister komplo, isterseniz basit bir hata arayın, sonuç net olarak belli, ceza doğru.

   Okuyanlar bilirler, FIA ceza için sebeplerin ne olduğunu raporunda belirtti ve kural ihlalleri zaten tek bir kurala dayalı da değil. FIA cumartesi gecesi RBR'nin yakıt akış sensörü değiştirmesine izin veriyor, ancak FIA yeni takılan sensörün RBR takımına ait olduğu yönünde bilgilendirilmemiş. Bunun da affedilir yanı var, tabii yakıt akış haritalaması FIA'nın belirlediği standartta olduğu sürece, ancak RBR bu konuda da kendi hesaplamalarını kullanmayı doğru bulmuş, bunu da FIA'ya bildirmemiş. Sonrasında yarış esnasındaki olay; yarış sırasında yakıt akış miktarının aşıldığı konusunda RBR takımına yarış yönetimi telsizden uyarı yapıyor, ancak RBR pit duvarı buna cevap vermiyor. Tüm bunların sonucunda RBR temyize gidecek mi merak ediyorum. Gitse bile bir şeyin değişmeyeceğini onlar da biliyorlar. FIA açıkça şunu belirtti, eğer FIA'nın sensörlerinde yada yakıt akış haritalamasında herhangi bir sorun olduğuna dair çıkarım olursa, bu FIA'ya bildirilir ve gerekli inceleme yapılır, hata olması durumunda tüm araçların yakıt akış sensörlerinde gerekli değişim yapılır. RBR bir hata tespit ettiyse bile bunu FIA ve diğer takımlardan saklayarak zaten bunu çiğnemiş oldu, yani sensörün bozuk olması bile sonucu değiştirmez.



   Son olarak kısa bir not; Williams'ın bu başarısında en çok emeği geçenlerden biri de Claire Williams kuşkusuz. Geçen yıl bir takımın daha fazla finansal kaynağa ve de sponsora ihtiyacı olduğunu düşündüğümü söylemiştim, onun cevabı ilginçti; bunun adım adım yapılması gerektiğini, ellerindeki kaynakları verimli kullanmayı daha çok önemsediklerini söylemişti. Sponsorlar açısından da adım adım ilerleyerek daha sağlam adımlar atılacağını söylemişti. Sağlam adımlar attığı gözle görülüyor şu an, takıma finansal açıdan çok şey kattı, ayrıca takımın başına geçer geçmez Pat Symonds'u da teknik ekibin başına geçirmesi çok iyi bir hamleydi. Muhteşem bir kadın, ne yapılması gerektiğini çok iyi biliyor ve başarıyor da, babasının kızı. Böyle bir kadın bulursam hiç düşünmeden nikahı basarım :))

   Evet, ilk yarış sonrası genel olarak değerlendirmemiz böyle, atladığım bir konu varsa özür dilerim şimdiden, aklıma gelenleri yazmaya çalıştım. Beklentilerin çok altında başladı bu sezon, beklenilen heyecan ne yazık ki yoktu ilk yarışta, umarım sonraki yarışlar daha eğlenceli geçer. Motor sesleri konusunda söyleyecek lafım yok, herkes söylenmesi gerekeni söyledi, ses yok görüntü olsun bari bu sezon diyorduk, ilk yarış görüntü olarak da bizi heyecanlandıracak bir şey yoktu. Yine de umutsuz olmayalım, sonraki yarış Malezya GP, belki orada aradığımızı buluruz, yada eski hamam eski tas, biz yine yakınmaya ve eleştirmeye devam ederiz. Hepinize iyi bir hafta diliyorum, önümüzdeki hafta güzel bir yarış izlemek dileğiyle.

18 Şubat 2014 Salı

McLaren ve Spor Otomobiller Dünyası




   Son günlerde McLaren'in yeni otomobilinin bazı görselleri ve fiyat teklifleri sızdı, buradan da aslında biraz konusu açıldı bunun. Yarın Bahreyn testleri başlamadan önce ben de bu konuda bir yazı yazmak, McLaren'in spor otomobiller pazarına girişini kendimce değerlendirmek istedim. Testler öncesi son gün başka türlü geçmeyecekti çünkü.

   McLaren'in ilk aracı F1 zamanının en harika aracı olarak karşımıza çıktı ve F40'ı o dönem için mağlup etmişti. F1 zamanına göre çok daha fazla şey sunuyordu ve çıtayı çok yükseğe koydu diyebiliriz. Ancak F1 projesi sadece ikonik bir projeydi, McLaren spor otomobil piyasasına girmedi. Ellerindeki teknolojiyle neler yapabileceklerini göstermek istediler ve markanın prestiji için yapılan bir projeydi. Daha sonrasında ise Mercedes'in SLR modelinde McLaren bazı kısımları tasarladı ancak hem bu araç bir McLaren olmaktan çok uzaktı, hem de berbat olması sebebiyle McLaren'e zaten yakışmıyordu. McLaren'in pazara girişi aslında MP4-12C ile oldu ve son gelen modelle de McLaren'in spor otomobil pazarında büyük hedefleri olduğunu net olarak görüyoruz. Peki McLaren bu pazara ne derece doğru bir girişi yaptı, neleri doğru, neleri yanlış öngördü, bu projenin amacı ne, bunlara teker teker cevap arayalım bu yazıyla.



   McLaren MP4-12C ile iddialı bir giriş yaptı, bunu yadırgayamayız ancak asıl iddianın ne olduğunu görmek için otomobil medyasına göz atmak gerekiyor. Araçtan beklenilen F1'in çıtasının üstüne çıkmasıydı, medya yıllar sonra McLaren'den bir spor otomobil daha geleceğini öğrendiğinde doğal olarak onu ilk olarak F1 ile kıyaslamak istedi. McLaren aslında F1 ile kıyaslanacak bir araç hedeflememişti, daha fazla satış yapabileceği, supersport değil de sport car diyebileceğimiz bir araçla piyasaya girecekti. McLaren sanırım ilk aracının F1 ile kıyaslanacağının farkına varamadı ve eskisi gibi bir supersport yapmalarının beklendiğini göremedi. Üstelik aracın tanıtımı ve piyasaya çıkışı Ferrari ile beraber olacaktı. Sonuç mu, araç doğal olarak 458 ile kıyaslandı ve bu McLaren için iyi bir başlangıç olmadı.

   McLaren neden böyle bir başlangıç yaptı derseniz aslında bunun bir cevabı var, bir sektöre en vurucu girişlerden biri de piyasanın lideri ile duelloya girişmektir. Eğer siz kazanırsanız piyasaya girer girmez saygıyı elde edersiniz. Bunun en iyi örneklerinden biri de Lamborghini sanırım. Ferrari patronu Enzo Ferrari'yle olan tartışması sonrası spor otomobil tasarlayan Feruccio Lamborghini belki ilk aracıyla Ferrari'yi mağlup etmemişse de, hemen sonrasında Miura ile çok önemli bir noktaya ulaştı. Miura hala Lamborghini'nin efsane modelleri arasında yer alıyor ve hiç bir zaman da Ferrari'yi nasıl alt ettiği hikayesi unutulmayacak. McLaren de bir duelloya girişmiş gibi görünüyordu ancak modern dünyada artık işlerin eskisi gibi olmadığını söylemek gerekiyor. Feruccio'nun zamanında teknoloji bu kadar gelişmiş değildi ve yeni şeyler bulmanız daha olasıydı, bugün ise farklar artık çok daha küçük. Ayrıca McLaren'in en son aracını ürettiği 80'lerden bu yana spor otomobiller ve beklentiler çok daha farklılaştı. McLaren bazı şeyleri gözden kaçırdı.

   Peki MP4-12C kötü bir araç mı derseniz, hayır kötü bir araç değil, hatta piyasaya çok çok iyi bir başlangıç yapabilecek harika bir araçtı diyebilirim, bazı açılardan böyleydi ancak potansiyelini kullanamadı. İlk olarak bu araç bir spor araç değil, bir yarış aracı karakteri taşıyor, bunu söyleyen onlarca önemli otomobil yazarı var ve zaten başarısızlığın da altında yatan sebep bu. Aracın ilk testlerinden birini Eski Top Gear, şimdilerde ise Fifth Gear programını yapan dünyaca ünlü Tiff Neddle yapmıştı. İki aracı da aynı anda aynı pistte kullandı ve sonuç şuydu; İki araç da gayet iyi ancak kağıt üzerinde baktığımızda MP4-12C bir adım önde gözüküyor. Ne var ki, bu aracı kullanmak imkansız, çok fazla boğuşuyorsunuz, çok fazla sizinle mücadele ediyor ve ne yapacağı hiç belli değil. O yüzden kazanan net olarak 458 oluyor.



   458 modern spor otomobillerin ikonlarından biri olacak bir konumdaydı, McLaren aslında kendine çok çetin bir rakip seçmişti. Ferrari yıllardır bu sektörün içinde ve spor araç dinamiklerini çok yakından biliyor. McLaren ise bu sektörden çok uzak kaldı ve gelir gelmez 458'den daha iyi bir araç yapmaları zaten hayal olurdu. Peki o harika F1'i yaratan McLaren neyi unuttu, yada bunca zaman içinde neler değişti, kısaca bunlara da bakmadan durumu anlamak zor.

   80'li yıllar ve 90'ların ortasına kadar spor otomobillerden beklenilen şeyler aslında bugünden çok farklıydı. Bir spor otomobilin en büyük farkı hızlı olmasında yatıyor ve o yıllarda bir aracın başarısı aslında maksimum hızında ve hızlanma verilerinde gizliydi. Bütün şirketler bunu biliyor ve daha hızlı araçlar üretme derdindeydiler. Hızlı olanın kazandığı bir sektörde F1 çığıraçan bir araç olabildi ancak bugüne geldiğimizde artık beklentiler çok farklı. 90'ların ortalarına geldiğimizde artık araçların 300 km/h hızın üzerine çıkması çok zor değildi ve daha da yukarıya çıkmanın bir anlamı yoktu. Çünkü 500 km/h hızla gidebilen bir araç yapsanız bile hiç bir zaman o hıza çıkılamayacağını anlamıştı herkes. Artık tüm spor otomobiller 300 km/h üzerinde hızlara sahip olduğu için müşteriler farklı beklentilere yöneldiler. Aracın artık daha konforlu, daha çekici bir görünüşü olmasını, daha fazla heyecan vermesini istiyorlardı. Artık araçların içi F40 gibi sade ve rahatsız olmak yerine oldukça lüks ve görünüşü keyif veren bir hale geldi, sonrasında ise sürüş dinamikleri farklılaştı, artık şehir içinde kullanılması daha kolay araçlar haline dönüştüler. Önemli olan artık hız yada hızlanma değil, aracı kullanırken size ne kadar geribildirimde bulunduğu, size ne kadar tepki süresi verdiği, aracın nasıl yanlayarak size heyecan yaşattığı gibi konulardı. 458'i isterseniz hafifçe yanlatıp yolunuza devam edebiliyorsunuz ve bunu çok güvenli bir şekilde yapabiliyorsunuz. Bunu yapabilmek milyon dolarlar ödeyen işadamları için eğlence demek. Elbette bu bir yarış otomobili için zaman kaybı demek ancak zaten önemli olan unsur da spor otomobillerin yarış otomobili olmamasıydı. McLaren yıllardır yarış otomobilleriyle uğraşmış bir takım ve doğal olarak ortaya koydukları araç da bir yarış aracı tepkilerine sahipti. Ne var ki, piyasayı elinde tutan işadamları ve otomobil gazetecileri böyle bir araç istemiyordu. Bu da McLaren'e puan kaybettirdi.

   McLaren bunun üzerine araçlarını tekrar fabrikaya çağırdı ve araçlarda bazı modifikasyonlar yapıldıktan sonra gerçekten 458'e rakip olabilecek kadar iyi bir araç ortaya çıktı. Ancak savaş bitmiş, McLaren kaybetmişti. Yeni aracın bir çok sorunu çözülmesine rağmen bazı yorumcular hala ikna olmadı. Onlar hala sürüşün çok fazla yarış aracı gibi olmasından yakınıyordu; "Araç gerçekten çok iyi hızlanıyor ve bunu kontrol altına almak zor. Bir an çok sevip, bir an nefret ediyorsunuz. Biraz hızlanmaya başlıyorsunuz, keyfi yavaş yavaş almaya başlıyorsunuz ve bir de bakıyorsunuz ki hız sınırlarını aşmışsınız. Tekrar yavaşlamak zorunda olmaktan nefret ediyorsunuz" Araç çok hızlıydı ve düşük hızlarda hiç keyfi yoktu. Hızlandığınızda ise malum trafik kuralları... Böyle bir araçtan keyif almanın tek yolu onu bir pistte kullanmaktı ancak bu araç yol için üretilmişti.



   McLaren'in diğer bir hatası ise yukarıdak bahsettiğim testle alakalıydı. Tiff aracın sürülemiyor olmasından şikayetçi oldu, aracı defalarca pist dışına çıkarken çektiler ve programda yayınladılar. Bir kaç ay sonra Tiff dergideki köşesinde bu konuyu yazdı. McLaren artık test etmesi için hiç bir aracını onlara göndermeyeceğini bildirmişti. McLaren yenilmiş ve bunu hazmedememişti. Tiff bunu açık seçik yazınca da piyasada McLaren bir puan daha kaybetti.

   McLaren tekrar bir duello peşine düştü, P1. Ferrari bildiğiniz üzere her 10 yıllık periyotta bir supersport çıkarır. F40, F50, Enzo... Sıradaki araç LaFerrari oldu ve McLaren yine tanıtım tarihini aynı zamana denk getirdi. Şu an bu rövanş maçı hala tam olarak belli değil ancak medyadakilere bakarsak McLaren yine aynı hatayı yapmış gözüküyor, modern zamanın kuralları. Bugün aracın ne kadar hızlı olduğu değil, ne kadar iyi hissettirdiği ile alakalı olan bir sektör var ve McLaren turbo seçimiyle burada da mağlup oldu. Bir çok otomobilsever modern dünyanın az yakıt harcayan ve anlamsız konforlu araçlarından kaçmak için spor araçlarda çareyi ararken spor araçların da aynı şekilde ruhsuz olmasını istemez. Bu yüzden atmosferik motorun doğal gücü bile McLaren'in ultra teknolojik P1'ini zor duruma soktu.

   McLaren hep mi yenildi, aslında bir maç kazandı, MP4-12C Spider. 458 Spider'a karşı bir parça daha iyi olduğunu düşündü tüm otomobil medyası, bunun da sebebi şasinin tasarlanırken hem coupe hem de spider ağırlık dağılımları gözününe alınmasıydı, Ferrari ise 458'i tasarlarken coupe modeli baz aldı ve spider modelinde performansını bir parça kaybetmişti. Ayrıca güncellenmiş olan yeni MP4-12C'nin de arayı kapattığını unutmamak lazım.



   Ferrari yakın zamanda 458 Speciale'yi piyasaya sürdü ve McLaren yine bir duello peşinde, yeni aracın görselleri basına sızdı. Araç P1 ve MP4-12C karışımı bir tasarıma sahip. Speciale ile karşılaştırılacağı kesin gibi, eğer böyle bir şey olursa McLaren'in bir darbe daha alması olası.

   Şimdi buraya kadar olan kısımdan McLaren'in çok başarısız olduğu çıkarımları da yapanlar olacaktır, hiç öyle bir şeye girişmesinler. McLaren kötü araçlar üretmedi, aksine oldukça iyi araçlar üretti. Piyasada aynı sınıf içinde alabileceğiniz en iyi seçenekler arasında kesinlikle MP4-12C ve P1'i yazarım. McLaren sadece yanlış pazarlama stratejisinde ısrar etti.

   Piyasayı en iyi bilen ve en deneyimli şirket Ferrari. Spor otomobiller ile bağdaşlaşmış bir marka var karşınızda ve bu kadar kolay yenilemeyecekleri ortada. Örneğimiz super sportlardan verirsek; Pagani yada Konigsegg kendi sınıfında en mükemmel araçlardan ikisi ancak onlar LaFerrari ile aynı zamanda araç tanıtmazlar, araçları daha iyi olsa bile bu karşılaştırmadan uzak kalmayı tercih ederler. Lamborghini gibi bir marka bile o karşılaştırmaya Venono'yu soktu, sadece 3 tane satılacak bir ürünü yani. Bu tür bir karışılaştırmadan herkes kaçmaya çalışırken McLaren rakibiyle duelloya kalkıştı, bu çok yanlıştı. McLaren araçlarını farklı zamanlarda tanıtsaydı bu karşılaştırma hiç olmayacaktı ve bu puan kayıplarını hiç yaşamayacaktı. Çünkü yorumlara baktığınızda sürekli 458'e karşı yaşadığı mağlubiyeti göreceksiniz. Bir kısım ise McLaren araçlarını farklı araçlarla kıyaslamış ve McLaren piyasadaki bir çok firmayı silip süpürebiliyor. Bu aslında şuna benziyor; bir F1 takımı kuruyorsunuz, hiç F1 tecrübeniz yok, ama ilk yılınızda şampiyonluk istiyorsunuz. Böyle bir şey mümkün değil. McLaren elindeki imkanlarla bu işi yapmaya kalkıştı, belki spor otomobillerden anlayan mühendisler tasarımcılarla daha fazla çalışması gerekiyordu ama elindekilere güvendi. Tüm bunlara rağmen McLaren piyasanın en iyi araçlarından olacak araçlar üretti, ancak bu elbette onlara şampiyonluk getirecek kadar iyi olamazdı.



   McLaren'in artık bu çekişmeden biraz uzaklaşması gerekiyor. 650S tam olarak Speciale ile aynı anda piyasaya çıkmadı ve aslında bu iyi bir gelişme diyebilirim. Bu şekilde belki karşılaştırmadan uzak kalabilirler, biraz daha aracın geciktirilmesi gerekiyor bence. McLaren gerçekten iyi iş çıkarıyor, şimdiden büyük yol katetti ancak hala deneyime ihtiyaçları var. Yeterli deneyimi kazandıklarında Ferrari'ye meydan okuyabilirler ancak bunun için çok erken davranıldığında neler olduğunu çok iyi görmüş olmalılar.

3 Şubat 2014 Pazartesi

2014 Öncesi Durum ve Jerez Değerlendirmesi




   2014 sezonunda pek çok kural değişikliği geliyor ve takımlar sezon öncesi oldukça yoğun çalıştılar. Bu yoğun tempo sırasında ben de yazacak güncel gelişme olmadığı için uzak kaldım. Jerez testleri sonrası yoğun gündemi değerlendirmek için şimdi tam zamanı.

   Bu yazı aslında 2-3 farklı bölümden oluşuyor, öncelikle bir çoğumuz çeşitli kaynaklardan yeni sezonda gelen kuralları okuduk ancak çok yakından ilgilenemeyen yada zaman bulamayan arkadaşlar için kural değişikliklerine şöyle kısa bir göz atalım. Gözümüzden kaçan kural değişiklikleri varsa bunları da öğrenelim. Daha sonra ise Jerez'de gördüğümüz teknik farklılıkları ele alıp biraz kurcalarız. Son olarak da Jerez sonrası takımlar için durumun ne olduğunu değerlendirir, yeni sezon öncesi nelerin olduğunu anlamaya çalışırız.

   2014 kuralları sezonu en çok etkileyen durum elbette, araçlarda hem mekanik hem aerodinamik bir çok değişim var ve önceki sezonlara göre değerlendirirsek yeni bir başlangıç diyebiliriz. Şimdiye kadar kimin güçlü kimin zayıf olduğunu unutun, artık her şey sil baştan olacak. Peki bu Marussia yada Caterham'ın şampiyonluğa oynayabileceği anlamına gelir mi, aslında zor. Mali olarak zayıf olan takımların elbette büyük takımlara göre daha az ve verimli çalışabileceğini düşündüğümüzde onların konumlarının değişmesi zor gibi, belki orta sınıfa dahil olan arka kısım takımları yada orta sınıftan çıkıp yarış kazanan takımlar görebiliriz, bence muhtemel. Sezonun özellikle ilk yarısı çok büyük sürprizlere açık olacak, Force India'nın duble yaptığı bir yarış görürseniz şaşırmayın yani.



   Neyse kurallara bakalım, öncelikle güç ünitelerinden girelim, artık motorlar V6 1.6 lt. turbo şarjlı üniteler olacak, bu motorlar için şu an bakıldığında hayati olan konu dayanıklık. Jerez testlerinde Renault motorunun pek iyi bir görüntü sergilemediğini söylemeliyiz. Buna ek olarak artık Kers yerine ERS sistemi geliyor, kapasitesi iki kat artmış ve artık harici bir destek üntesi olmaktan öte, motora entegre bir güç ünitesi. Direkt olarak motora bağlı ve turbo şarj ünitesini destekliyor, kısaca çok karışık bir güç ünitesi (üniteleri) ile karşı karşıyayız. Bu karışıklık da bize muhtemel sorunlar olarak geri dönecektir elbette, sezon boyunca sadece motor değil, turbo şarj yada ERS yüzünden çıkan sorunlarla da çok karşılaşacağız. Aslında bir çok motor sorunu olarak gördüğümüz sorunun da altında yatan temel mesele bu üniteler olacak, artık motora entegre olmalarıyla, olası bir ERS sorunu direkt turbo şarj ve motoru etkileyecek.

   Vites kutularına baktığımızda ise, artık 8 ileri vites kutuları olacak ancak burada kuralları anlamakta çok zorlandığımı söyleyebilirim. Öncelikle emin olduğum kısımlardan başlayayım, önümüzdeki yıl yapılacak yarışlarda kullanılacak vites oranları sezon başında FIA'ya teslim edilecek. Teslim edilecek ama olay şu ki, önümüzdeki yıl vites oranları Monaco yarışına kadar sabit kalacak, ondan sonra da Monza'ya kadar sabit kalacak. İlk anda benim de anlamakta zorlandığım ve saçma bulduğum bir durum ancak bu böyle gözüküyor. Başka bir çok kaynaktan da benzer söylemler gelmişti, ben kurallara baktığımda çok daha farklı anlamıştım, benden de farklı algılayanlar olmuştu ancak dün Korhan Savran ile konuştuktan sonra neredeyse emin gibiyim artık bu durumun böyle olduğundan. Bu arada FIA'ya da ayrıca kuralları bu kadar anlaşılır sunduğu için bir teşekkür gerekli!!!



   Gelelim egzoza, egzozlar da değişiyor, artık Coanda egzozlara güle güle diyoruz, artık egzozlar aracın arkasında, motor kapağının kuyruğunda yer alacak ve tek bir egzoz çıkışı olacak. Arka kanadın hemen altındaki bu egzoz ile difüzörü beslemek imkansız gibi ancak arka kanadın altında bu sıcak gazlar ile alçak basınç yaratıp arka kanadın verimliliğinin arttırılması çok muhtemel. Jerez'de de bazı takımlarda egzoz çıkışı üstünde küçük kanatçıklar gördük, bu kanatçıklar egzoz gazını arka kanadın altına yaklaştırmak için konulmuş diyebilirim rahatlıkla.

   Arka kanatta da bazı değişikler olacak, örneğin DRS açısı artık düşürülüyor, yani DRS eskisi kadar büyük bir fark yaratmayacak. Arka kanadın da konumunda ufak değişimler var, ayrıca kiriş kanatları da artık kalkıyor, difüzörü besleyen bu küçük kanatçıkların boşluğunu doldurmak da zor olacak ancak McLaren yenilikçi bir arka süspansiyon ile çıktı Jerez testlerine, bundan da bahsedeceğiz daha sonra. Ayrıca kanadı desteklemek için düşey pilonlar kullanılacak bundan sonra.

   Bunların yanında aracın arka yapısı da biraz şişecek, malum yeni güç ünitesi yapısal olarak farklı ve yeni bir yerleşim gerektiriyor, ayrıca olası ısınma problemleri yüzünden soğutma da önemli bir nokta, bir de karışık olan arka pakede eklenen egzoz çıkışıyla işler biraz karışacak ve araçların arka kısımları geçen yıllara göre biraz daha genişleyebilir. Jerez'de de bunu gördük aslında, en dar gözüken araçlar ise Ferrari ve Sauber gibiydi, sanırım Ferrari güç üntesinde bu işi güzel çözmüş. Bunların yanında sidepodların da genişlemesi kaçınılmazdı, malum soğutma ancak bu konuda da yine aynı sebepten Ferrari ve Sauber biraz daha dar olabilmiş.



   Ön tarafa ve en can alıcı noktaya gelirsek, bu yıl araçların burunları tamamen değişiyor, artık çok daha alçak burunlar olacak, yada çok çirkin burunlar, hangisini demek istiyorsanız, karar sizin. Aracın altına giden temiz havayı kesmemek için takımlar araçlarının burunlarının ucunu kuralların izin verdiği ölçüde ince üretti ve sonuçta hoş olmayan tasarımlar ortaya çıktı, ancak yapacak bir şey yok gibi. Mercedes ve Ferrari ise bence daha güzel gözüken çözümler üretmişler, burnu indirmekten çekinmemişler. Ferrari elbette Pull-rod sayesinde burnun etrafından geçen temiz havayı kullanabildiği için bu çözümde sıkıntı yaşamadı, hatta belki daha bile alçak yapabilirmiş ancak burun kameralarının konumları kurallarda net olarak belirtildi ve bunu kurtaracak bir tasarım yaptı, Mercedes ise bunu önemsememiş ve kameraları bir boynuz gibi karosere bağlamış görünüyor. Bu tasarımlar konusunda Avustralya'ya gidene kadar başka çözümler göreceğimizden eminim. Burun yapısını değiştiren takımlar olması da muhtemel.

   Teknik değişiklikler az çok böyleyken sportif kurallardaki bir değişim de tartışma yarattı; son yarışta çifte puan uygulaması. Bunun altında yatan neden, son yarışa şampiyonluk şansıyla gelen pilot sayısı daha çok olsun ve şampiyonluk savaşı daha kritik olsun. Geride olan bir pilotun son yarışta şampiyonluğa uzanması kolaylaşsın. Ancak bu konu büyük tartışmalara neden oldu, pek çok farklı argüman sunuldu, örneğin Monza, Spa, Silverstone gibi pistlerdeki yarışlar Abu Dhabi yarışından daha mı az önemli diyenler oldu. Bernie Ecclestone ise şampiyonanın kaderinin tek bir yarışa bağlı olmasının uygun olmayacağını, son 3 yarışın çifte puan vermesi gerektiğini savunuyor. Bu kural aslında son yıllarda yaşanan RBR üstünlüğüne ve Vettel'in şampiyonluklarına bağlı dersek yanılmayız sanırım. Ancak bazıları da RBR'nin sezon sonunda çok güçlendiği verilerini ortaya koyup, bu sistemle aslında RBR'nin üstünlüğünün sürdürüleceğini de ima ediyorlar. Kısacası her kafadan bir ses çıkıyor ve bu kural aynen kalır mı, değişir mi, yoksa çifte puan uygulaması kaldırılır mı bilinmez. Bu kuralın sezon ortasında değişmesi de hiç bir şekilde şampiyonayı etkilemeyeceği için sezon ortasında değişmesi de muhtemel olabilir. Önümüzdeki daha çok zaman var bu kuralı konuşmak için.


   2014 kuralları az çok böyle, elbette sadece önemli olduğunu düşündüğüm ve aklıma ilk anda gelen değişiklikleri yazdım, bunun ötesinde daha onlarca değişim var. Biz artık Jerez'de gördüğümüz teknik değişikliklere geçelim. Renault'nun "muhteşem" motorundan, RBR'nin "muhteşem" kaçışına, McLaren'in yaratıcı ve kurallara uygunluğu muğlak arka süspansiyonuna ve dünya güzeli burunlara geldi sıra.

   Sanırım önce burunlar ile başlamak lazım, çünkü en çok ilgiyi çeken konu burunlar oldu. Craig Scarborough (ScarbsF1) geçen sezon sonunda bu konu hakkında yazmıştı ve bir çizim yapmıştı. Bazı takımların tasarımları o felsefenin yolunda giderken, bazı takımlar daha farklı felsefeler benimsemişler. Ferrari ve Mercedes alçak burun tasarlamayı seçen takımlar olarak dikkat çekiyor. Diğer bir çok takım ise benzer felsefeden gidip farklı varyasyonlarını üretmişler.

   Ferrari ve Mercedes tipi burun için avantaj yada dezavanatjlara bakarsak; öncelikle en büyük sıkıntılardan biri olan aracın altına hava gönderme konusunda diğer araçların felsefesinden çok uzaklar. Ferrari havayı farklı şekilde gönderirken, Mercedes ise çok daha farklı bir yöntem sergilemiş.

   Mercedes'in çözümü aslında burun kesiti ile alakalı, Mercedes burnunu"Ters U" şeklinde tasarlamış, böylece burun yükseklikleri ve kesit alanı kuralları sağlıyor ve burnun altına hava gönderecek yeteri kadar alan bulabiliyorlar. Çizimde daha da net olarak görmek mümkün;


   Burnun kesitini kırmızı ile biraz daha belirginleştirince aslında mantık da ortaya çıkmaya başlıyor. Maksimum yüksekliği yakalayacak şekilde burun alçaltılmış ancak klasik tasarımlarda burnun bulunduğu alan temiz hava almak için kullanılmış. Klasik dikdörtgen kesitli bir burunda mavi ile belirtilen alandan hava almak mümkün olamazdı, ancak Mercedes tasarımcıları burnu bu U şeklini vererek orta kısmı boşaltmış ve temiz havanın geçebileceği, benim mavi renkle belirttiğim alan oluşmuş. Daha yakından bakıldığında U kesitin altında kanat ile burun birleşiminin çok ince olduğu gözüküyor, bu da ön kalan flapları ve burun arasındaki boşlukta bulunan temiz hava ile burnun ortasından geçen havanın bir şekilde irtibatını sağlamış gibi gözüküyor. Ancak bu pilonların bu kadar ince olması ile Jerez'de ilk günde Hamilton'ın yaşadıkları bağlantılı mı, mümkün gibi gözüküyor...

   Ferrari'ye baktığımızda ise çok daha farklı bir anlayışla karşılaşıyoruz. Ferrari burnun altından temiz havayı alma felsefesinden çok uzak. İlk araç tanıtıldığı gün bunun nedenini anlamakta zorlandım. Sonrasında aracından önden resmine dikkatli bakınca elbette olay net olarak anlaşıldı, cevap Pull-rod.


   Ferrari'nin diğer takımlardan en büyük farkı işte burada ortaya çıktı. Pull-rod süspansiyonun yüksek konumu nedeniyle süspansiyon kollarının altında önemsenecek derecede büyük bir alan var. Resimde de yine mavi ile belirttiğim alanın aslında dişe dokunur ölçüde olması sayesinde Ferrari burnunu yeterince alçak yapabildi. Tabii tasarım her zaman iki yönlü çalışır. Burnun bu şekli almasında pull-rodun katkısı olduğu gibi, bu şekil de pull-rod süspansiyon kullanılmasının yolunu açtı. Geçen sezon sonundan beri pull-rod'un kullanımının zorlaşacağına inandım ve bunu savundum. Çünkü bulkhead denilen, şasinin ön kısmı da diyebileceğimiz, pilotun bacaklarının içinde olduğu kısım öne doğru alçalmak zorunda olacaktı. Ferrari ise pull-rod kullanabilmek için bulkhead kısmını olabildiği kadar yüksek tuttu ve ön kısımda birden aşağı inen eğimli bir çizgi gördük böylece. Bu form sayesinde de pull-rod kullanmak mümkün hale geldi.

   Bunları söylüyorum, çünkü yeterli aero ve mekanik bilgisi olan biri bunları form üzerinden okuyabilir ancak bunlar anlatıldığı gibi kolay şeyler değil ve benim de bilgimin durduğu yerler var. Formdan öte bir çok mekanik sorunla da karşılaşıldığından eminim, ancak bunlar karoserin altında yattığı için hiç birini görmek mümkün değil.



   Diğer takımların mantığını ise Scarbs zaten açıklamıştı, parmak burunlardan bahsediyorum. Burada mantık aslında basit, dikdörtgen bir kesit yerine ortada yer alan ve kuralların belirlediği minimum kesit alanını sunan bir parmak burun yaparak, bu kısmın sağ ve solundaki alanlardan temiz havanın akmasını sağlamak. McLaren aracının burnuna da önden baktığımızda iki tarafındaki boşluklar net olarak farkediliyor zaten. Yine mavi ile gösterdiğim bu alandan temiz hava geçerek aracın altına ulaşıyor.

   Farklı olan diğer bir burun tasarımı ise Lotus'a ait ancak bu konuda bir analiz yapmam mümkün olmadı çünkü hem araca ait yeterli fotoğraf yok elimde, hem de sistemi tam olarak anlayamadım. Craig Scarborouh'un ortaya attığı fikir şu yönde, burunlardan biri minimum yüksekliği tutacak biçimde tasarlandı, diğerinde bu yüzden gerek yoktu, diğer burunla kesit alanı gerekli olan minimum alana ulaştırıldı. Ancak buna karşılık neden iki burun yapısı da aynı şekilde tasarlanmadı, neden asimetrik yapı tercih edildi diye sorduğumuzda işler biraz karışıyor. Bu sebepten bir bilgi vermemenin daha doğru olacağını düşünüyorum.



   Burunları bitirdikten sonra biraz da McLaren'in arka süspansiyonlarına bakıp bitirelim bu kısmı. Bu yıl difüzör üzerinde bulunan kirişlerin kalkmasıyla oluşan boşluğu süspansiyon kollarındaki flap benzeri yapılar ile doldurmaya çalışıyormuş gibi gözüküyor takım. Ben sistemi net olarak göremediğim için dolayısıyla da inceleme şansım olmadı. Ancak yapılan bazı analizlere göre sistemin çalışma prensibini anlatabilirim. Sistem farklı hızlarda farklı tepkiler vermek üzerine tasarlanmış ve hız etkeni süspansiyon kollarına bağlı. Süspansiyonun hıza verdiği tepki buradaki kanatçıkları etkiliyor diyebiliriz. Araç daha düşük hızlarda, virajlarda ve frenleme esnasında ise flapların arasından hava geçmiyor. Bu bölümden hava geçmemesi sayesinde difüzörün hemen üst kısmındaki alana hava akışı sağlanmıyor ve bu alanda düşük basınç alanı oluşuyor. Difüzörden çıkan hava bu düşük basınçlı alana doğru akmaya başlayacağı için aracın altından geçen ve difüzörden çıkan hava akımı hızlanıyor. Böylece zemin ve difüzörün etkinliği artmış oluyor ve aracın downforce düzeyi artıyor. Yüksek hızlarda ise süspansiyon kollarının tepkileri değiştiği için flapların tepkileri değişiyor ve flaplar arasından hava akmaya başlıyor, böylece downforce düşüyor ve o bölgedeki drag etkisi azaltılıyor, bu sayede aracın ulaşabileceği hız miktarı arttırılıyor. Komplike bir sistem ve ilk bakışta parçaları kopyalamak kolay gibi gözükse de verimli olarak kullanılabilmesi için aracın arka pakedindeki tüm hava akımlarının bu sisteme uygun olarak düzenlenmesi gerekiyor ve aslında o kadar da kolay olmayacaktır. Peki kurallara uygunluğu konusunda ne diyebiliriz; Aslında takımın söylemi bir nebze doğru, sistem tek parça olarak üretilmiş, yani süspansiyon kollarına aero etkiyi arttıran başka kanatlar takıldı gibi bir durum yok. Ancak kurallar net olarak şunu söylüyor, süspansiyon kollarının tasarımı hiç bir aerodinamik avantaj sağlamayacak şekilde olmalıdır. Bu konuda McLaren'in sıkıntı yaşaması muhtemel gibi. FIA sistemi inceleyecektir. McLaren'in, yeni bir sistem kullandığını ve bu süspansiyon sisteminin böyle bir geometriyi mecbur kıldığını kanıtlaması durumunda FIA buna izin verebilir yada McLaren'e ilgili kural gereğince ya bu süspansiyon sisteminin diğer takımların süspansiyon kolları gibi aerodinamik etkisi olmayan kollarla çalıştırmanın bir yolunu bulması gerektiği, yada bunu başaramıyorsa bu sistemle yarışlara katılamayacağı bildirilir. FIA burada nasıl bir tavır alacak, sistem detaylarda nasıl tasarlanmış, bunları bilmek pek mümkün değil. Eğer bu süspansiyon sistemi klasik tasarımlı kollar ile kullanılabilecek yapıdaysa izin verileceğini hiç sanmam. Kullanılamıyor olsa bile yine de FIA, bu sistemi aero avantaj sağlamayacak şekilde değiştirerek kullanmalısın diyebilir.

   Jerez testlerindeki analizlerim bu kadar, temelde odaklandığım konu zaten burun tasarımları oldu. Onun haricinde elbette bir çok konu var, ancak oradaki farklar çok az ve aracın CFD verilerine bakmadan ne derece etkili oldukları konusunda bir şey söyleyemem. Zaten burunlar konusunda da hangisinin ne kadar verimli olabileceğini yada olamayacağını yazmadım dikkat ederseniz, analizlerde temel konu tasarım felsefeleriydi ve gözle görülür tek veri bundan ibaret zaten. Ancak diğer takımların farklılıklarını az çok konuşabiliriz.

   Örneğin arka paketlerde ve sidepodlarda Ferrari'nin ve Sauber'in bir parça daha dar olmasını ben Ferrari güç ünitesi ve vites kutusuna bağlıyorum. Anlaşılan o ki Ferrari biraz daha iyi paketlenebilecek şekilde tasarlamış güç ünitelerini. Güç üniteleri diyorum çünkü bu yıl güç ünitesi olarak sadece motor yok, çok karışık bir sistem var. Motor, turbo şarj, ERS, MGU falan derken zaten koca bir sistem. Üstelik bu sistemin verimli bir şekilde soğutulması gerekiyor. Eskiden aracın ön tarafında bulunan KERS'in de değişierek arka tarafa gelmesi işleri oldukça karıştırdı. Eskiden yağ ve su pompalarının olduğu kısımda olduğu için bu birimler de farklı noktalara yerleşecek ve kısacası aracın iç kısmı için bu sezon küçük bir kaos yaşandı diyebiliriz.

   İşte bu kaos ortamını en iyi çözenin Ferrari olduğunu düşünürken, bu kaos ortamında en büyük darbeyi de Renault ve RBR aldı diyorum. RBR'nin tasarımının yerleşim için çok dar olduğu ve bu sebeple ısınma problemleri olduğu söylendi. Diğer taraftan benzer bir problemi Caterham'ın da yaşamış olması aslında Renault motorunun da pek masum olmadığının bir göstergesi gibi. Ayrıca Renault'nın RBR ile yakın iş ilişkisini de bilmeyen yok sanırım ancak nasıl oldu da motor üreticisi ile ortak çalıştığı takım arasında böyle bir uyuşmazlık çıktı hala anlayabilmiş değilim. Renault'nun her hareketini RBR'ye bildirdiğinen hiç şüphem yok, Newey de her adımı Renault ile paylaşarak kazanım elde edebileceğini bilecek kadar usta bir tasarımcı. Bu ilişkide yolunda gitmeyen bir şeyler olduğuna hiç şüphe yok. Jerez'de 3. gün "bazı" tartışmalar olduğu söylentileri de çıktı zaten. Renault'dan Rob White ve RBR'den Adrian Newey arasında biraz hararetlenme olmuş.



   RBR ve Renault sorunları Bahreyn testlerine kadar çözmek istiyor. Yine de şöyle genel anlamda baktığımızda; geçen yıl RBR 2014 aracı için takvimin gerisinde kaldıklarını söylemişti, zar zor buradaki pistlere yetiştirmiş olsalar da testlerin böyle geçmesini beklediklerini hiç sanmıyorum, yine programlarını çöpe atmak zorunda kaldılar ve bu sorunu çözmeye odaklanmaları lazım. Bahreyn'de sorun çözülse bile şimdiye kadar yapılması gereken bir çok iş onları bekliyor olacak ve işleri çok zor. Bahreyn'de sorun çözülmezse RBR için yıkım olabilir. Zaten haftalarca takvimin gerisinde kaldıktan sonra hala büyük bir sorunla uğraşan takımın toparlanması uzun zaman alabilir. Peki bu şampiyonluk yolunda onları engelleyebilir mi derseniz; Şöyle basit bir hesapla hem evet hem hayır. Sezonun ilk yarısında gridde rollerin oturması zaman alacaktır ve çok sürpriz olabilir diye düşünüyorum, hiç bir takım puan farkı açıp gidemez gibi. Bu durumda RBR sezonun ortasında çok iyi bir çıkış yaparsa şampiyonluk şansları olabilir. Ancak sezon başında kaybettikleri bir kaç puanla şampiyonluğu kaçırmaları da elbette muhtemel. Yani ne olursa olsun, şu an hem RBR hem de Renault için işler hiç ama hiç yolunda değil. Renault için "Sarı çaydanlık"(80'li yıllarda sürekli turbo sorunlarıyla yolda kalan ve dumanı tüten sarı Renault araçlarına Sarı Çaydanlık-Yellow Teapot lakabı takılmıştı) geri dönmemiş olsa bile "Lacivert çaydanlık" görebiliriz.

   Dayanıklılığın sezonun ilk yarısında önemli olacağının hemen herkes farkında ve Jerez'deki duruma bakarsak motorlar açısında Ferrari ve Mercedes iyi gibi gözüküyor, özellikle de Mercedes. Elbette ilk testlere bakarak sonuç elde edemeyiz ancak ilk sinyaller bu yönde. Mercedes motorlu araçların tur sayılarına baktığımızda rakiplerine göre oldukça iyi bir test haftası geçirdiklerini söyleyebiliriz, yeterince veri toplamak için zamanları oldu. Ferrari kullanan araçların ise neden bu kadar çok tur atmadığını bilmiyorum, özellikle Ferrari takımının hiç bir teknik sorun yaşamadığına dair söylentiler olsa da daha fazla veri toplamamış olmalarında başka bir konu var gibime geliyor. Belki çalışma programlarını çok daha farklı belirlediler, bilemeyiz. Ayrıca Ferrari kullanan 3 takımdan Marussia'nın da ilk gün yola çıktığını ve piste çok geç gelerek önemli 2 günü harcadığını da belirtmek lazım. Ferrari kullanan takımlar olarak aslında Ferrari ve Sauber'i görebiliriz. Mercedes'in ise hem kendi takımıyla, hem McLaren ile, hem de Williams ve Force India ile bu kadar çok tur atabilmiş olması da aslında tur farkını açıklayan nedenlerden birisi.



   Ferrari ve Mercedes motorlarından bahsetmişken aslında üzerinde durulması gerektiğini düşündüğüm başka bir detay daha var; Jenson Button ve Lewis Hamilton aracın tepkilerinin geçen yıla göre çok farklı olduğunu ve gücün ani ve yüksek olduğunu belirttiler. Fernando Alonso ise aracın sürüşünün geçen yıla göre çok farklı olmadığını söyledi. Bunlara bakarsak aslında iki motorun da tepkilerinin çok farklı olduğunu anlıyorum. Mercedes motoru tam anlamıyla bir turbo motor gibi, gecikme yaşıyor ve bir noktada aniden yüksek bir güç vermeye başlıyor, Ferrari motoru ise daha yumuşak ivmelenen bir yapıya sahip gibi, atmosferik motorun doğal gücüne benziyor. Ferrari'nin atmosferik motora olan düşkünlüğü ve geçmişteki turbo motorlarının gecikmesinin neredeyse hiç olmadığını, ivmelenmenin yumuşak olduğunu düşününce fikrimce bu olasılık çok yüksek. Benzer yorumları başkalarından da duyunca aslında oldukça emin gibiyim diyebilirim. 

   Bunların yanında Lotus takımı patronu Eric Boullier'in McLaren'e geçmesi de Lotus takımını biraz germiş olacak ki, McLaren lansmanını biraz sabote ettiler. Twitter sayfasında da bunu pek çok kez dillendirdiler. Ancak beklenen olay gerçekleşmedi ve Boulier takımın başına geçmedi. Bunun üzerine hepimiz Ross Brawn'ın açıklanmasını beklerken onun da emeklilik konusunda ısrarcı olduğunu gördük. Whitmarsh ile yola devam mı, yoksa Ron tekrar takımın başına mı dönüyor, orada hala soru işaretleri var. Ayrıca Brawn'ın önümüzdeki yıl Honda ile McLaren'de yeni bir başlangıç yapabileceği olasılığını da hala küçümsemeyin derim.



   Fazla mı uzattık? Sezon arası zaten uzun bir ara vermiştik, biraz telafisi olsun diyelim, aslında çok eksik var ama daha da uzatmayalım. Daha 100 lt ile yarışların tamamlanması ve onu kontrol eden sistemden tutun da, yeni ERS'nin çalışma prensiplerine kadar bir dünya ayrıntı var, onları da sonraki yazılarda ele alalım. Şimdilik Biz de Hulk gibi yarı endişeli bir yüz ifadesiyle Bahreyn testlerini bekliyoruz.

   2014 sezonu yaklaşırken böylece açılışı yapmış olduk, umarım sizin için de keyifli bir yazı olmuştur, şimdiden teşekkürler.
   

15 Kasım 2013 Cuma

Ferrari ve Fernando'nun Akıbeti




   Ferrari aptal sezona damga vurdu ve Kimi ile anlaştı. Diğer taraftan başka söylentilerin de çıkması kaçınılmaz hale geldi, Alonso'nun kontratında başka bir şampiyon pilotla yarışmayacağı maddesi olmasından tutun, McLaren ile anlaştığına varan bir sürü söylenti. Takım içinde durumlar ne, Ferrari-Alonso arasındaki poker oyunu nasıl ilerliyor, kim kazanıyor, ipuçlarına bakıp bir değerlendirme yapalım. Ferrari'nin dertlerinden Alonso'nun dertlerine biraz derinlemesine bakalım ve seçenekleri değerlendirelim.

   Sorun aslında geçen yıl ortada yoktu, takım çok uyumlu ilerliyordu ancak ne olduysa bu yıl kıyamet koptu. İki tarafın ayrılığı konuşuluyor ve iddialar oldukça gerçekçi temellere dayanıyor gibi gözüküyor. Her iki tarafın da birbirinden hoşnut olmadığına dair ipuçları var. Peki ama neden bu noktaya gelindi, sorun nereden çıktı, kim neden rahatsız, işte bunları sırasıyla ve detaylı incelemek gerekir.

   Alonso için sorunun ne olduğu aslında bariz, takıma katıldığı günden bu yana yeteri kadar hızlı bir araca sahip olmadı. Geçen yıl bir kaç kez pürüz ortaya çıkmış olsa da kimse sorunun büyük olduğunu düşünmedi, açıkçası ben de düşünmedim, herkes Alonso'nun kariyerini Ferrari'de tamamlayacağından emin gibiydi. Ancak kariyerinin sonlarına gelmiş olan Alonso son bir şampiyonluk daha istiyor, bunu da Ferrari'de başarıp başaramayacağı konusunda şüpheleri var. Geçen yıl araçta 4-5 yarış boyunca doğru düzgün bir güncelleme olmadığından yakındı. Bu yıl ise yakınmalar oldukça farklı boyutlarda, kapalı kapılar ardında cam çerçeve indirmenin ötesinde, takım telsizinden çıkan sesler "Aptalca" bir şeyler olduğunu gösteriyor. Alonso'nun daha fazla sabrı kalmadığı açık, artık bir şeylerin değişmesi gerektiğinden çok, başka bir takıma gitmeyi ciddi ciddi düşünüyor olmalı. Tabii ne düşündüğünü bilemeyiz ancak masadaki kartlardan birisi olduğunu da unutmamalıyız, karşımızdaki pilot Alonso olduğu zaman her zaman masada olması gereken bir kart. Alonso hırslı ve hatta bence fazla hırslı biri, işte bu yüzden şampiyonluk için takım değiştirmekten çekinmeyebilir.



   Tabii durum sadece Alonso için değil, Ferrari için de belli noktalarda haklılıklar içeriyor. Ferrari son yıllarda çok mücadeleci olamadı demek bence haksızlık da olacaktır aynı zamanda. Çünkü Alonso'nun son 4 yılda 3 defa son yarışta şampiyonluğu kaçırdığı düşünülürse bir şekilde bu başarıya ulaşabilmesi için yeteri kadar iyi sahip bir araç varmış ortada diyebiliyoruz. Elbette araçlar şampiyonluk kazanmak için yeterli hıza sahip değildi ancak mücadeleci olabildiler. Geçen yılı göze alırsak, Ferrari neredeyse orta grupta yarışacak durumdaydı diyebileceğimiz kadar yavaşken, son yarışta Alonso'nun şampiyon olma şansı bile vardı. Bunun sebebini herkes Alonso'nun muhteşem performansı olarak görür ve haklılardır da, ancak unutulan nokta şudur; Geçen yıl Alonso şampiyonluğu alsaydı kazanan Alonso değil, kaybeden Vettel olacaktı. Geçen yıl asıl mesele RBR'nin sorunlarıydı ve Alonso'nun son yarışa kadar mücadele edebilmesinin sebepleri arasında Ferrari'nin muhteşem dayanıklılığını unutmamak lazım. Alonso aracın limitlerini sürekli zorlamasına karşın araçta hiç bir problem olmaması önemli bir ayrıntıdır.

   Ferrari'ye kızabilirsiniz, çünkü hız olarak RBR'ye karşı çok yavaş kalmıştır, doğrudur. Bir çok sebep de ararsınız altında, ancak Ferrari'nin durumlar karşısında attığı adımları ben doğru buluyorum. 2010 yılında kaybedilen sezon sonrası önemli değişiklikler yaptılar, bazı değişiklikler fazla bile oldu diye düşünüyorum, Costa gibi bir mekanik dehasının gönderilmesi ne derece mantıklıdır? Takım strateji konusunda uzman isimlerle anlaştı vs. Kötü geçen 2011 sezonunda aero bölümünde değişikliğe başladılar, takımda yine personel değişiklikleri devam etti, gelişme sürdü. Rüzgar tünelindeki hata gözden kaçtı bu sırada, 2012 sezonu başında tüm takım neler olup bittiğini anlamaya çalıştı. Sezonun ortasına gelindiğinde anlaşıldı ki, aracın şasisi tasarlanırken rüzgar tünelinden gelen verilerin tamamı yanlıştı, araç yanlış tasarlanmıştı, geri dönüşü yoktu ve sezon sonuna kadar da yapılacak hiç bir şey kalmadı. Bu sebepten sürekli ön kanatlar gördük güncelleme olarak, aracın gövdesi üzerinde yapılacak hiç bir şey yoktu. Takım rüzgar tünelini de yeniledi. Her yıl farklı sorunlar yaşadılar ve sorunlara sürekli çözüm ürettiler, yeni sorunlar çıktı. Kimse takım görevini yapmıyor diye suçlayamaz, kızabilirsiniz ama takım görevini her zaman yaptı. Kadroların güçlendirilmesi hala devam ediyor, bu yıl da takıma Allison katıldı, Ferrari bu açıdan doğru adımlar atmaya devam ediyor. Kısacası Alonso, takım görevini yapmıyor diyemez, takım elinden geleni yapıyor.



   Buraya kadar her iki tarafın da haklı yönleri böyle, tabi teknik olarak haklı yönlere sahip olmak tek başına ne ifade eder bilemem ancak bilinen bir şey varsa, bu nedenler iki tarafın iyi geçinmesi için yeterli olmamış. Tabii ki sorunu çok net olarak göremiyoruz, çünkü Ferrari geleneği olarak kol kırılır, yen içinde kalır felsefesiyle olayların çoğu aslında kapalı kapılar ardında yaşanıyor. Dominicali de bundan bahsetti zaten, onlar bunu oturup konuşmuşlardır, hatta bana sorarsanız bu bir kaç defa konuşulmuştur. Tabii konuşmak ne derece çözüm getirdi bunu bilmek imkansız. Sonuçta takım elinden geleni fazlasıyla yapıyor, sorunlara çözüm üretiyor yada çözüm üretebilecek birini takıma katıyor. F1'de yatırımların meyvesini hemen almanız pek mümkün değil, bu yüzden de Alonso'nun sabretmesi gerekir. RBR'nin Newey ile anlaşmasını düşünün, bu yatırımın meyveleri de hemen gelmedi ama sonuç ortada. Tabii bir de şu var; burası F1 ve yatırımların her zaman meyve vereceğinin de bir garantisi yok, bir anda rakipleriniz çok daha iyi çözümlerle gelir ve sizi mağlup ederler. Diğer taraftan da Alonso artık kariyerinin sonlarına yaklaştığını çok iyi biliyor, bu yıl geçen yıla oranla performansı o kadar da parlak değil, ayrıca arkadan gelen Hulkenberg gibi yetenekli pilotlar olduğunun da farkında ve Ferrari onlarla ciddi anlamda ilgileniyor. Ayrıca Ferrari akademisinden gelen Bianchi de ilk yılında iyi iş çıkarıyor, tüm bunlar Alonso üzerindeki baskıyı da arttırırken, önümüzdeki yıl için Kimi ile anlaşılması ise bambaşka bir soru işareti yaratıyor.

   Kimi'den bahsetmişken, medyada çıkan bazı ilginç şeylere de hafifçe değinmek gerekir. Bana çok gerçekçi gözükmese de masada bulunan kartlar arasında yer aldığı için bahsetmeden geçmemek lazım; Alonso'nun kontratında başka bir şampiyon ile yarışmayacağı maddesi olduğu söyleniyordu. Takımın Kimi ile anlaşması bir şekilde Alonso için, ister gider ister kalırsın, biz işimize bakarız anlamına da geliyor olabilir dendi. Bu tür bir hamle yapılır mı, çok ihtimal vermesem de yapılabilecek bir hamle. Bütün umutlarınızı bağladığınız pilotunuz mızmızlanıyorsa aslında çok da mantıklı bir hareket olacaktır. Ferrari bu şekilde Alonso'nun elindeki kozu ortadan kaldırma yolunu tercih etmiş olabilir ancak yine de çok gerçekçi diyemem. Benim anladığım kadarıyla Ferrari Alonso'nun ayrılma ihtimaline karşı Kimi'yi bir önlem olarak takıma kattı. McLaren-Hamilton ayrılığından sonra McLaren'in yıldız denilebilecek cinsten bir pilota sahip olamaması onların itibarını ve popülerliğini biraz sarstı, Ferrari aynı pozisyonda olmayı istemeyecek bir takım, onlar her zaman takımda bir yıldız isterler.

   Peki Alonso ne yapacak, devam mı tamam mı? Sanırım 2014 sezonu bunun belirleyicisi olacak. Ferrari 2014'te şampiyonluk için favori takımlardan biri haline gelirse, iyi bir araç ortaya çıkarabilirse Alonso Ferrari kariyerine devam etmeyi tekrar düşünebilir, bence düşünmeli de. Yine de tek etken elbette araç değil, Kimi ile nasıl bir ilişkileri olacak bu da önemli bir soru işareti diyebiliriz. Hamilton ile ne tür sorunlar yaşamıştı hepimiz az çok biliyoruz, Alonso takımda kendisi kadar güçlü biri olunca huysuzlanan biri, takımda lider olmayı seviyor ve sürekli kazanan olmak istiyor. Podyumun en tepesinde olmadığı zamanlarda bile ihtiyacı olan şey takım arkadaşını geride bırakmış olmak. Alonso'yu şimdiye kadar motive eden şeyin de bu olduğunu düşünüyorum; hızlı bir aracı olmadığı için kimse onu suçlamadı çünkü her zaman takım arkadaşı Massa'nın önünde yer aldı. Kimi takıma katıldığında onun arkasında kalırsa Alonso'ya olan inanç kaybolmaya başlar ve bu Alonso'nun hiç istemeyeceği bir şey. Böyle bir durum olursa kızgın bir ispanyol boğasına dönüşmesi kaçınılmaz hale gelecek ve sezon içinde bile kellesinin gitmesi ihtimali doğabilir, unutmayalım ki bahsettiğimiz takım Ferrari. Ferrari dizginleyemediği bir pilotun kellesini almakta ün yapmış bir takım. Bu kartı da masada bulundurmak lazım, hele ki durumundan memnun olmayan Hulkenberg gibi bir adamın sezon ortasında Ferrari'ye asla hayır demeyeceğini biliyorken.



   Alonso-McLaren ilişkisi bağlamında bakalım biraz da konuya. Alonso'nun kısa Macca macerasında yaşadığı sorunların pek çok yönü var elbette ama Alonso'nun en büyük husumeti Ron Dennis'le diyebiliriz sanırım, çoğu kişi bu konuda hem fikir. Ron Dennis'in artık orada olmayışı aslında bu ilişkiyi de güçlendiren bir etmen. Ayrıca Macca'nın bir süperstara hiç olmadığı kadar ihtiyacı varken Alonso onlar için çöldeki vaha. Her iki taraf için de işler olumlu görünüyor. Tabii bir de Honda'nın özellikle Alonso'yu istediğine dair söylentiler var ki, Honda-McLaren ilişkisi için de Alonso'nun takıma katılması bir artı olacaktır. Bunların haricinde Alonso için bireysel başka bir konu daha var; McLaren'e gittiğinde takıma liderlik edeceğini biliyor, tüm takım onun etrafında toplanacak ki, bu da tam Alonso'nun sevdiği çalışma şekli. Ferrari'de de bu şekilde çalıştı ancak Kimi'nin gelmesiyle durum nerelere varacak, orası belirsiz. 2015'te Alonso McLaren'e geçerse yanında büyük olasılıkla Magnussen olacak ve takımda liderlik için böylesine genç bir pilotla mücadeleye girmesine gerek kalmayacağını düşünüyorum. Hamilton örneği bunun tersini gösteriyor olabilir ancak tekrar yaşanacağını hiç sanmıyorum, hele ki Alonso aradan geçen yıllarda kendini daha da geliştirmişken.

   Peki liderlik konusu açılmışken, Ferrari'de Kimi'nin gelmesiyle neler olur, biraz da 2014 sezonu için yaşanabileceklere göz atarsak; Kimi lider olma meraklısı biri değil, o sadece takımda işini yapar, aracı kullanır. Yarış bitince pisti terkeder, boş zamanlarında dondurma-kola ritüeli yapar, çok fazla konuşmaz. Bu özellikleriyle Kimi aslında Alonso için bir tehdit değil, en azından takımda liderlik açısından. Kimi neredeyse hiç fabrikaya gitmeyecek, hiç çalışmayacak bunları biliyoruz ancak Kimi zaferler kazanmaya başlarsa takımda bir çok kişinin de sempatisini kazanacağı gerçeği ortada, hele ki Alonso onun gerisinde kalırsa neler olur düşünemiyorum bile; Takımla çalışmayan ve araç kullanmaktan başka hiç bir işi umursamayan biri geliyor ve sizin beraber çalıştığınız pilotu mağlup edip yıllardır almaya çalıştığınız zaferleri kazanıyor, takım çalışanları mutlaka bu adamı sevecektir ve Alonso'nun pabucu dama atılabilir. Belki içten içe son yarışlarda kaybedilen şampiyonluklar hatırlanıp, belki Kimi olsaydı şampiyonduk bile denilecektir. Biliyorum bu senaryolar şu an çok uzak, ama şunu anlatmak istiyorum; Yıllarca lider olarak görülen adamlara bir anda sırt çevirmek aslında çok kolay, insan karakteri bazen çok acımasız olabiliyor. Bu pekala Alonso'nun başına gelebilir ve elbette o yüzden masadaki kartlardan birisi de bu.



   Şimdi kısa bir özet geçersek; Alonso önümüzdeki yıl iyi bir araca sahip olursa; ya takımda kalmayı düşünecek ya da Kimi veya takım ile sorun yaşayıp ayrılmayı seçecek. Liderlik konusunda sıkıntı yaşaması pek muhtemel değil ama Kimi'ye mağlup olursa takım Kimi'ye daha fazla saygı duymaya başlayabilir ve sıkıntılar doğar. Tekrar kötü bir araçla karşılaşması durumunda zaten başka takıma gitmesi kaçınılmaz olacak gibi. Alonso'nun ayrıla ihtimalini %75 olarak görüyorum, belki de %80. Bu ayrılık pek çok bahane var ancak kimse suçlu değil. Ferrari iyi bir araç üretemedi, ancak elinden gelen bu kadardı, son yıllarda o kadar çok sorun yaşadılar ki. Alonso çok fazla mücadele etti, insanüstü bir performans sergiledi geçen yıl, ancak artık bıkmış gözüküyor ve bu yıl performansı o kadar parlak değil, ayrıca çok fazla sorun çıkarmaya başladı. Bunların da birleşiminden çıkan sonuç karşımızdaki tablo.

   Ferrari Alonso'yu gönderirse ne kaybeder, sanırım en iyi pilotlardan birini kaybetmesinin yanında güzel de bir sponsoru kaybeder ancak konu Ferrari olunca ve takımın başında da Dominicali gibi bir finans dahisi olunca Ferrari'nin sponsordan yana sıkıntısı olacağını hiç sanmam. Alonso boşluğu kolay kolay doldurulacak biri değil ancak biraz da gerçekçi olursak, kariyerinin sonlarına yaklaşıyor, 2015 olmasa bile 2016 sonunda takımın zaten yollarını ayıracaktır, sadece 2 yıl erken olur Alonso'nun ayrılması, bu süre içinde Kimi durumu elbette rahatlıkla götürebilecek bir pilot ve Hulk da onun yanında çok iyi çıkarabilecek kaliteye sahip gözüküyor. Alonso için kayıp ne olur, Ferrari iyi bir ekip kurdu, Alonso gittikten sonra Ferrari kazanmaya başlarsa Alonso kariyerinin sonlarında kazanacağı bir şampiyonluk kaybedebilir, tabi F1'de dengeler hiç belli olmaz, varsayımlara dayanıyoruz.

   Ferrari önümüzdeki yıllarda başarılı olur yada olmaz, kural değişikleri ve motorların değişimi ile dengeler alt üst olacak, orası kesin. Bu Ferrari'ye nasıl yansır bilinmez ama Alonso için doğru takımda olmak demek, son bir şampiyonluk daha yaşayabilmek demek, kararını verirken dikkatli olacaktır. Herkes için doğru olan neyse o karar verilecektir, mutlu olmayan bir pilot yada takımın başarılı olması çok daha zordur.

   Şahsi görüşüme gelirsek; Alonso'nun Ferrari'den ayrılmasını tercih ederim. Hulk o koltuğu hakediyor ve artık zamanı geldi. Alonso bu yıl yaptığı saçma çıkışlarla benim gözümde o koltuğu kaybetti bile, hayırlısı diyelim...

3 Ekim 2013 Perşembe

Türkiye'de Formula 1'in sorunları - Bölüm 4 - Devlet Desteği



   Yazı dizisini artık bitiriyoruz ancak bu son yazıyı yazmak benim için hiç kolay olmadı, 2-3 haftadır yazdım, sildim, düzelttim... Bazı konularda çekincelerim oldu en başında, artık yok, rahat rahat yazacağım.

   Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca pek çok hükümet gördük ama görmediğimiz tek şey, spora ve sporcuya verilen saygı ve destek oldu. Spora saygı ve destek olmayan bir ülkede biz sporu konuşmaya ve desteklemeye çalışıyoruz, kolay bir iş değil. Son dönemde olanları da düşünürsek işler daha da zor. Her ülke kendine göre spor politikaları uygular, gerek tesisleşme olsun, gerek sporcu yetiştirme olsun, sponsorluklarda ve spora yapılan yatırımlarda vergi indirimleri vs. gibi politikalarla ülkeler sporda başarı için belli adımlar atarlar. İşte bizim ülkemizde fark da bu, bizim hiç politikamız yok. Vakti zamanında Turgut Özal'ın bir politikası vardı, devşirme sporcular getirmeye başladı, Naim Süleymanoğlu'nu bu sayede tanıdık. O politika biraz olsun yürütülmeye çalışılıyor ama başarılı da olunamıyor. Zaten bu politika ile biz balık tutmayı da öğrenmiyoruz, hazır balık gelsin diye bekliyoruz, daha çoook bekleriz. Türk asıllı futbolcular bile Türkiye milli takımı yerine Almanya ve başka ülkelerde devam etmeyi tercih ediyor, neden diye bir sormak lazım. Kendi sporcumuzu yetiştiremiyoruz, aciziz.

   Öncelikle sporcu yetiştirme programlarından ve antrenörlerden konuya girelim. Ülkemizde hangi dalda olursa olsun sporcu yetiştirme programı diye bir şey yok. Sporcularımızın profesyonel eğitim alacağı kurumlar nereleri diye sorduğumuzda tek cevap olarak beden eğitimi ve spor yüksekokulları aklımıza geliyor, bir de liseleri var ancak onlar da çok yaygın değil. Beden Eğitimi ve Spor yüsekokullarının da mezunlarının çoğunun sporcu değil de okullarda beden eğitimi öğretmeni olduğunu hepimiz biliyoruz. Sporcu olabilmenin tek yolu spor kulüplerinden geçiyor. Genç yaşta biraz başarısı olan gençler biraz da şansla bir kulüp çatısında eğitim alabiliyorlar ancak bu yol bile çok güven vermiyor, eğitimi yarıda kesilerek kulüpten ayrılmak zorunda kalan pek çok sporcu var, en küçük bir sakatlıkta kulübün artık işine yaramadığı için sporcu yüzüstü bırakılıyor. Burada kulüplere de çok yüklenmemek lazım, çünkü onların da ekonomik dengeleri çok hassas, özellikle futbol dışındaki dallar için konuşuyorum. Onlar da başarı getiremeyecek durumdaki sporcu ile anında yollarını ayırmak zorunda kalıyorlar. Messi'nin gençliği Türkiye'de olsa anında gönderilirdi desem sanırım ne demek istediğimi anlarsınız.



   Sporcular bir şekilde kulüp çatısı altına girse bile orada da antrenörlerin ne kadar yeterli olduğunu sorgulamak gerekiyor. Türkiye'de kaliteli bir spor eğitimi verecek yetilere sahip antrenör bulmak gerçekten çok zor, buna futbol ve hatta Türkiye'nin büyük futbol kulüpleri bile dahil, doğru teknik altyapı, taktik bilgisi, kondisyon uzmanlığı yok. Antrenör demek, sporcu çalışırken başında bekleyecek adam demek Türkiye'de. Gerçek bir spor eğitimi yok. Dolayısıyla da sporcunun çok başarılı olmasını beklememek lazım, Türkiye'de belki yüzlerce dünya çapında başarılar kazanacak potansiyele sahip sporcu var ancak onların başarılı olmasına en büyük engel eğitim.

   Antrenörlerden bahsetmişken, antrenörlerimizin ne kadar "muazzam" olduğuna bir başka örnek daha vermek isterim, doping konusu. Sporcularımızın bu konudaki kötü şöhretini herkes biliyor, ancak işin biraz derinine inersek bu doping konusunda bir diğer sorumlunun antrenörler olduğunu görüyoruz. Sporcuya zihinsel olarak bunu empoze eden bir çok antrenör olduğunu biliyorum, sporcular kendini geliştirdikçe gelişimleri yavaşlar doğal olarak, bu noktada antrenörlerin ne yazık ki tutumu şu oluyor; sen bu seviyeyi daha fazla ileriye taşıyamazsın, zaten bunun ötesine geçenler hep dopingle yapıyor, yoksa o derecelere ulaşılamaz. Antrenörler de bunu bilinçli olarak yapmıyor, belli bir seviyeden sonra sporcunun daha da iyi olabileceğine gerçekten inançları yok. Çünkü meslek yaşamları boyunca daha iyisiyle çalışmamışlar ve öğrencilerini de bundan daha öteye taşıyamamışlar, onların da zihniyeti bu yönde. Tabii tüm antrenörler için konuşmuyorum ama bu tür kişilerin var olduğunu biliyoruz, sporun içindekiler bunu daha da iyi biliyor.

   Konu sadece bunlarla da sınırlı değil, sporcu yetiştirme programlarımız yok, sporcu yetiştirecek antrenörlerimiz de yok, bunun yanında bizim sporcularımızın çalışacağı tesislerimiz de yok. Tesisleşme konusuyla devam edelim, bir taraftan da motorsporlarına yavaş yavaş girmeye başlayalım.

   Türkiye'de tesislere gerek olmadığına inanır sürekli devlet adamları, ne gereği var o kadar parayı tesise yatırmaya, gidip AVM yapmak dururken, değil mi ama. Kulüp çatısı altında olanlar kulübün tesisleri varsa onlarla bir şekilde idare etmek zorunda, geri kalanı saldım çayıra mevlam kayıra. İstanbul dahilinde bazı tesisler var, ne kadar aktif kullanıldığı hakkında bir fikriniz var mı peki? Mesela Olimpiyat köyü var Ataköy'de, bilmem hiç gittiniz mi, oldukça kullanışlı bir tesis, pek çok dalda sporcu işin yeterli. Geçen yıl yeni eklemeler de yapıldı. Peki sporculara sorsak, ne kadar aktif olarak o tesisi kullanabiliyorsunuz diye, neredeyse hiç. Boş boş yatıyor koca tesis, halbuki orasının her gün kullanılması lazım, bu kadar tesis eksiği varken var olan tesislerin fazlasıyla dolu olması lazım, ama boş. Peki bu tek örnek mi, değil.



    Biz tesisleri hiç bir zaman kendi sporcularımız için yapmayız, o yüzden tek örnek değil, o yüzden o tesisler dolu olmaz. Olimpiyatı alacağız dedik, Olimpiyat Stadı yaptık, Olimpiyat Köyü kurduk. Kış olimpiyatlarını aldık, Erzurum'da koca bir tesis inşa ettik, şimdi ne durumda? Ne yazık ki bir gencimiz orada bir kaza geçirdi ve artık aramızda yok, koca koca haberler yapıldı, tesis güvenli değil dediler, şimdi boş yatıyor. Tesis güvenli mi, aslında güvenli. Sadece bir kaç küçük değişiklik yapılması gerekiyor, ki zaten kazanın da sebebi tesisten kaynaklı değil, oradaki yetkililerin ihmali. Akdeniz Olimpiyatlarını aldık sonrasında, şimdi o tesisler ne durumda bilen var mı? Bunlardan bir sürü sayabiliriz, tesisleri yapıyoruz, sonrada üzerine kilit vuruyoruz. Bunun bize en yakın örneği de İstanbulPark. Koca tesisi işletemedik, sonra ne oldu, boş kaldı. Allahtan biri çıkıp tesisi kiraladı, yoksa biz orada bir daha organizasyon yüzü göremezdik hükümete kalsak.

   Motorsporlarına dönüp baktığımızda tesisler ne durumda acaba, yada tesis mi var? Türkiye'de 3-5 pistin haricinde doğru düzgün pist yok. İzmit Körfez pistini bilirsiniz, yıllardır aynı. İzmir'de var yine, ona da yeni diyemeyiz, Ülkü yarış pisti. Bunlara ek olarak bir kaç drag pisti, otokros pistimiz var, ralli parkurlarına tesis diyebileceğimiz hiç sanmıyorum. En son yapılan tesisimiz İstanbulPark, onun da durumu ortada zaten, F1 gelecek diye yapıldı, onu da yüzümüze gözümüze bulaştırdık, aferin sevgili devlet büyüklerime.

   Peki neden Formula 1 Türkiye'de yapılmıyor, bunu da biraz irdelemek gerekiyor. Efendim şöyle ki, biz bu işe girdiğimizde 7 yıllık bir sözleşme yaptık, yıllık ödenene ücret de 13.5 Milyon dolardı. Bu fiyat oldukça uygun bir fiyat, bazı ülkelerde bu rakam 40 Milyon $ seviyelerine çıkıyor. 7 yıllık sözleşmenin ardından Bernie Ecclestone Türkiye'den yarış karşılında yıllık 26 Milyon $ gibi ortalamanın biraz altında bir rakam istedi. Hükümet ise bunun çok büyük bir yük olduğu bahanesiyle geri çevirdi. Sebep olarak pistin çok zarar etmesi gösterildi. Doğru, pist çok zarar etti ve benim yazılarımı eskiden de takip edenler şunu çok iyi bilir; bu zararın tek sebebi yine devletti. Pist işletmekten anlamayan bir kuruma verilen pist, yılda bir kez kullanıldı, İstanbul Ticaret Odası ticaretten o kadar iyi anlıyordu ki, pisti pazarlayamadı. Yıl boyu sürekli bakım masrafı ödenen ve doğru düzgün tek aktivitesi Formula 1 olan bir pistin başka geliri olmayınca büyük zararlar ortaya çıktı elbette. Yine de hükümet bazı şeyleri anlamamakta ısrar etti ve Formula 1 sayesinde elde edilen toplam gelir göz önüne alınmadı. Gelen turistin getirdiği dövizden, ekonomik canlanmaya etkisine kadar, yarış izlemeye gelenlerin İstanbul'u tanıması ve dünyanın heryerine Türkiye'den çeşitli görüntülerle İstanbul'un turizm potansiyelinin artmasına kadar her şey gözardı edildi. Tabi sonrasında bunun ikinci perde var.



   Devlet pisti kiraya verdikten sonra Vural Ak burada Formula 1 düzenlemek istedi, 26 Milyonluk rakamın yaklaşık 20 Milyon $ dolaylarına çekildiğini duyduk, devletten de eskisi gibi 13 Milyon $ ödenmesi istendi, yani Başbakanın dediği gibi ülkemiz kazıklanmayacaktı, aynı parayı ödeyecektik, yine de hayır cevabı geldi. Bernie Ecclestone ile görüşmesi için FIA galasına beklenen başbakan tabii ki gelmedi. Kiraya verildiğini ve artık o tesisten devletin sorumlu olmadığı bahanesini ortaya sundu. Ancak çok iyi biliyoruz ki F1 sadece bilet geliri demek değildir, başbakanın da dediği gibi "alırsın verirsin, ekonomiye can verirsin" ama başbakan kendi sözünü unutmuş olmalı, reddetti. Vural Ak nasıl olursa olsun bu yarışı yapmak istediğini sertçe söyledi, ama bu sefer de yanıt başka bir yolla geldi, TOSFED tehdidi. TOSFED bir bildiri ile, Türkiye'de yapılacak her türlü yarış organizasyonu için onlardan izin alınması gerektiğini "kibarca" hatırlattı, açık bir tehdit demek daha doğru. TOSFED'in özerk de olsa bir devlet kurumu olması ve Başbakanın tavrından sonra onların da bu tehditle gelmesi şaşırtıcı değil. Tabii hazır lafı açılmışken, bir de TOSFED var.

   Vakti zamanında eski bir bürokratımızın da açıkça söylediği gibi, Türkiye'de federasyonlar devletten para alıp bir şey yapmayan kurumlardır. Temel bir kaç görevini yerine getirir ancak sorumlu olduğu işle ilgili hiç bir büyük atılım olmadığını görürsünüz, TOSFED için de aynısını söylemek mümkün. Yarışları düzenlerler, gözlemciler görevlendirirler, konuşurlar tartışırlar ama hiç bir gelişme olmaz. TMF için de aynı tartışmalar olmadı mı, Vural bey onlarla da kavgalı, gözlemci göndermek istemediklerini belirttiler, sebebi bilinmez. Geçenlerde yarışta da olay daha tatsız hale geldi, Vural bey de aynı terbiyesizlikle TMF yetkililerini pistten uzaklaştırdı. Türkiye'nin en büyük ve gelişmiş pistinin işletmecisi ile federasyonlar birbirine girmiş durumda, biri yarış yapacağım, ben niye kira ödüyorum diyor, diğeri tehdit ediyor, öbürü de federasyon yetkililerini kovuyor, hey benim güzel ülkem, ne hallerdeyiz. Ben burada bu haklı, bu haksız demiyorum, tümden her şey yanlış, bunun siz de farkındasınızdır umarım. Biri organizasyon yapmak istiyorsa, federasyon buna destek vermeli, yoksa motorsporları nasıl gelişecek sorarım. Diğer taraftan pist işletmecisi de federasyonla konuşmadan; Ben bu yarışı bir şekilde yapacağım, diyebiliyor. Bir federasyon nasıl olur da, gözetmen göndermiyorum diyebiliyor yada bir işletmeci nasıl oluyor da yetkileri özel güvenlik görevlileri vasıtasıyla pistten uzaklaştırıyor. Uzlaşmaya ilk adımı atacak olanın federasyonlar olması gerekmez mi? Peki o bahsi geçen TOSFED'in yönetimi şimdi ne oldu? İstifa ettiler, sebebini de eski başkan açıkladı; Koltuk kavgası. Federasyon içinde belli grupların lobileriyle başa geçtiğini, sonra da onlar yüzünden istifa ettiğini açıkladı, en azından gider ayak doğrusunu yaptı, böylece federasyonun da ne işler için kullanıldığını gördük. Zamanında konuşan bürokratımızın dediği de doğrulanmış oldu, birileri bu koltuktan rant elde ediyor, ötesi yok.



   Devlet kurumlarının bu işleri ne şekilde yönettiği ortada, Spor bakanı da sporda neler olduğundan habersiz. Rant için oturulan koltuklar olduğu sürece böyle de devam edeceğiz. Peki ya Formula 1 için ödenmesi gereken 26 Milyon dolar için "kazık" diyen başbakan ne yapıyor? Efendim kendisi geçen ay Buenos Aires'te olimpiyat peşinde koşuyordu. E tabi olimpiyat 26 Milyon dolar tutmuyor, altı üstü 4 Milyar dolar harcayacakmışız. Olimpiyatla Formula 1 aynı mı derseniz, Olimpiyat en çok izlenen spor organizasyonu, onu takip eden de Formula 1. Olimpiyatı bir kez yapıyorsunuz, Formula 1'i her yıl yapıyorsunuz, fark bundan ibaret, yani olimpiyatla bir seferlik kazanç, Formula 1'le her yıl kazanç, akla mantığa hangisi uygun geliyor, tabii ki Olimpiyat değil mi başbakanım, siz çok zekisiniz. Olimpiyatları küçümsediğimi falan düşünmeyin, büyük saygım var, orası ayrı. Sadece mali olarak hesaplara düşen hükümete mali olarak hangisinin uygunluğunun derdindeyim, yoksa ben de isterim Olimpiyat gelsin, ama gelmedi.

   Neden gelmedi olimpiyat, işte o yazının en başında yazdıklarım yüzünden gelmedi. Sporcu yetiştirmiyoruz, spor kültürümüz yok, spor politikamız yok, tesisler yetersiz... Olimpiyatı alacaksanız eğer, her şeyden önce sportif bir argümanınız olacak. Biz sportif olarak bir şey sunamıyoruz, doping konusunda zaten sınıfta kalmışız, İstanbul'un tarihi güzelliğiymiş, İslami devletmiş gibi argümanlar olimpiyatta iş yapmaz, sportif bir değeri yok, olimpiyat komitesi de benim gibi düşünmüş olacak ki, onlar da İstanbul'u seçmedi. Biz önce bir politika belirleyelim, adımlar atalım, sonra olimpiyat da gelir, siz rahat olun. Olsa mıydı, keşke olsaydı. Tesisler yapılacak, 4 milyar dolar harcanacak, sonra tesislere yine kilit vurulacaktı, bunları biliyorum ancak mecburen de olsa İstanbul'un ulaşımına çözümler getirilecekti, engelliler için koşullar iyileştirilecekti, kente de bazı artıları olacaktı, belediye bunları yapmayacak biliyoruz, bir umut belki olimpiyat yapar diyorduk, o da yalan oldu.



   Toplamda bakınca sadece motorsporları değil, spora genel bakışı da işlemiş olduk böylece. Eleştirileri siyasi algılamayalım, burada konumuz isimler veya siyasi görüşler değil, başında da dediğim gibi, çok siyasi sistem geldi gitti, sporcunun boynu hep bükük, değişen bir şey yok. Ancak son dönem iyice dibe vurduk. Spor programları siyaset konuşulan mecralar oldu, sporcuya bakıyorsun, hükümete yakın olanlara teşvikler, diğerlerine üvey evlat muamelesi. Kulüp başkanlarından biri çıkmış diyor ki, şu kulüple olan maçta fazla prim vereceğim, yayıncı da belli dakikalarda sesi kesiyor. Spor tamamen siyasete batmış durumda, yazık. Belli taraftar grupları ile hükümetin sorunları olabilir, onların sorunudur, sporsever bu kavgaya niye bulaştırılıyor peki? Neden bu baskı, neden sporun tamamı siyasete alet ediliyor, ben bunu anlamıyorum. Yıllarca ülkenin spor politikası olmadı, yıllarca başarılı sporcular yetiştiremedik, ama bu sefer hükümet ne yazık ki sporu en dibe sürükledi, gerçekten yazık. En azından sporu rahat bıraksınlar, madem bir destekleri yok, köstek de olmasınlar spora.

   Bunca kötü gelişmeye rağmen arada sırada güzel şeyler de olmuyor değil. Mesela Volkan Işık bir akademi açtı, Yıldız Teknik Üniversitesi'nin Davutpaşa Kampüsünde hem gençlere eğitim veriyor, hem de biraz eğlence isteyen gençler için harika bir yer. Karting için güzel bir pist, araçlar çok güzel. Bunun yanında sürüş eğitimi almak isteyenler için de seçenekler var, siteyi bir ziyaret edin derim; http://www.volkanisikakademi.com/

   Ayrıca İstanbulPark'ta da bazı hareketlenmeler var, emin değilim ama sanırım onlar da bir akademi açtılar, sportif anlamda bir akademi mi, yoksa sadece sürüş teknikleri dersleri mi var bilmiyorum, ilgilenenler bir zahmet araştırsınlar derim.



   Böylece yazı dizisinin de sonuna geldik, çok ara verdik uzun sürdü ancak olabildiğince yazmaya çalıştım. Sorunlar elbette bu kadar değil, daha neler var ancak konular çok karışık, 4 ana başlıkta elden geldiğince değindik. Umuyorum bir gün gelir de bu tür yazılar hiç yazılmaz, biraz uzak görünüyor ama olsun. Okuyan ve yorum yapan herkese çok teşekkürler